18 Kasım 2021 Perşembe


 

“de” Sözcüğü Sorunu

Ali TÜRKSEVEN

 

            Sorun

Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne olduğunu bir kez daha gözden geçirmeyi gerektirdi. Soru şu:              

Usta şairlerin şiir hakkındaki yazılarını okumak, yalnızca onların şiire ilişkin görüşlerini öğrenmemizi, kendi şiirlerini anlamamızı değil, bir devrin şiir anlayışını sorgulamamızı ve yapılan tartışmaları değerlendirebilmemizi de sağlar.  

Bu cümlede aşağıdakilerden hangisi yoktur?

A) Bağlaç görevinde kullanılmış “de”

B) Sıfatlaştıran –ki

C) Sürerlik fiili

D) Ünlü düşmesi

E) Dönüşlülük zamiri

                Buradaki “de” sözcüğü bağlaç sayılmaktadır. “de” sözcüğü “ilgeç” midir, “bağlaç” mıdır, yoksa kullanıldığı yere göre mi “ilgeç ya da bağlaç” olmaktadır? Bu yazı, bu konudaki değişik görüşleri ele alıp tartışarak bir sonuca varmayı amaçlamaktadır.

            Konuya Yaklaşımlar           

“Bağlaç”ın tanımı konusunda uzmanlar arasında görüş birliği var gibidir. Gencan[1] “Anlamca ilgili tümceleri, kavramları ya da görevdeş öğeleri bağlamaya yarayan sözcüklere bağlaç” (s.446) der. “de” sözcüğünü yalnızca bağlaç konusunda ele alır, ilgeç olan de’yi benimsemez görünür. Örneklerin bir bölümü şunlardır: “Ben de gideceğim. Orhan’ı da alalım. Burası da güzelmiş. Üçü de bahçeye çıkmış. İkimiz de çalışıyoruz. Dördünü de gördüm.” (s.457), “Okuyup da adam olmalısın.” (s.460)

                Gencan etkisinde olduğu anlaşılan Sözcük Türleri[2] adlı yapıtın “bağlaç” tanımı şöyle: “Eş görevli ya da birbiriyle ilgili sözcükleri, sözcük öbeklerini, özellikle tümceleri bağlamaya yarayan, bunlar arasında anlam ve kimi zaman biçim bakımından bağlantı sağlayan öğelere bağlaç adı verilir.” (s.145) “de (da)” bağlacı için de “Bu bağlaç, tümceleri, sözcük öbeklerini, aynı türden sözcükleri ve görevdeş öğeleri bağlar. (…) En çok, tümceleri bağlamada kullanılır.” (s.148-149) bilgilerinden sonra “Ali’yle de gidebilirsin. Sen de mi gittin?” (s.151) türünden örnekler verilir. Bu yapıtta da ilgeçler arasında “de”den söz edilmez.

            Banguoğlu[3] “bağlam” adını verdiği “bağlaç”ı şöyle tanımlar: “Söziçinde iki kelimeyi, aynı değerde iki cümle unsurunu, iki yargıyı ve bazan da iki paragrafı bağlamaya yarayan kelimelere bağlam (conjonction) adını veriyoruz.” (s.390) Banguoğlu, “de”yi burada ele alır; ancak örnekleri yok denecek denli azdır: “Söyledi de, inanmadık.” (s.395) Banguoğlu “ilgeç”e “takı” der. “Takı”lar arasında “de”yi saymaz. Buradan onun “de”yi yalnızca “bağlaç” saydığı sonucuna varabiliriz.

            Ergin[4] ise “ilgeç, bağlaç, ünlem”leri “Edatlar” başlığı altında inceler. “Bağlama edatları”nda “bağlaç”ı (sözcük olarak kullanmadan) şöyle tanımlar: “Bunlar kelimeden küçük dil birliklerini, kelimeleri, kelime guruplarını ve cümleleri şekil veya mânâ bakımından birbirine bağlayan, onlar arasında bir irtibat kuran edatlardır.” (s.352) Ardından da “Türkçede aslında bağlama edatı yoktu. Bağlama edatları Türkçede sonradan ve yabancı dillerin tesiri ile ortaya çıkmıştır. Onun için Türkçede kullanılan bağlama edatlarının büyük bir kısmı yabancı asıllıdır.” diye ekler. “da, de” başlığının altında şu açıklamaları yapar: “da, de bugün çok kullanılan bir bağlama ve kuvvetlendirme edatıdır. Sonuna geldiği unsurları, kelimeleri daha önce veya sonra gelen ve düşünülen, mevcut olan veya zikri geçen unsurlara bağlar, aynı zamanda sonuna geldiği unsuru belirtir, kuvvetlendirir. (…) Fakat asıl hakim fonksiyonunun bağlama olduğu muhakkaktır. Kuvvetlendirme fonksiyonu olsa olsa bağlama fonksiyonuna müsavi olabilir, fakat ondan fazla değildir.” (s.358) Daha sonra  “Ben de gidiyorum.”, “Üçü de gelsin.” (s.359) tümceleri için “…aslında burada da önceki bir unsura bağlanma ifadesinin gizli bulunmadığı söylenemez.” (s.359) diye ekler. “Nasıl yaptı da kurtuldu.” tümcesi ile “Nasıl yaptı ki kurtuldu.” tümcelerini “yakın ve benzer” bulur. (s.359)

            Hacıeminoğlu,[5] “da, de”yi -Bağlama Edatları başlığı olmasına karşın- “Kuvvetlendirme Edatları”nda inceler. Bu başlıkta ele aldığı “da, de” için şunları yazar: “Karşılaştırma, sıralama, ve bağlama vazifesi görür (…): Testiyi kıran da bir, suyu getiren de (halksözü).” (s.231), “a. Bağlama vazifesi görür (…): Kızıyor da belli etmiyor.” (s.234), “Çamaşır yıkadım da yorulmuşum, şöyle içim geçmiş.” (s.235), “Yanıma gelsin de tek yalnız gelsin.” (s.237)

            Ediskun[6] ise “bağlaç”ın tek başınayken “anlamı olmadığını” söyler: “Bağlaçlar, başlıbaşlarına anlamları olmayan, fakat cümleleri ya da eş-görevli kelimeleri ya da kelime öbeklerini hem biçimce, hem de anlamca birbirine bağlayan kelimelerdir.” (s.302) Verdiği örneklerin bir bölümü şöyledir: “Kitabınızı, defterinizi de alınız.” (s.305), “Okusa da anlayamaz. Gelse de oturmaz. Okursa da anlamaz. Görmüşse de konuşamamış.” (s.306)  Ediskun “de”yi “Edatlar” başlığında da alır ve “de Edatı” altında şu tür örnekler verir: “Ahmet gelecek de, yemek yiyeceğiz de, sinemaya gideceğiz. Uyumuş da uyumuş. Benimle de alay etti. Her öğrenci, sınıfını çalışıp da geçer. Çocuk, sokak da sokak diye ağlamaya başladı.” (s.287)

Sonuç

Yukarıdaki değişik görüş ve örneklerden de anlaşılacağı gibi, uzmanlar arasında bu konuda -yer yer yakınlıklar olsa da- görüş birliği yoktur. Görüş birliği olmadığı gibi, karışıklıklar da vardır. Şu örneklerdeki “de”ler “ne”leri bağlamaktadır? “Ben de gideceğim.” (Gencan), “Üçü de gelsin.” (Ergin), “Okusa da anlayamaz.” (Ediskun).

Sorunu çözmeye yardımcı olacak şu örneklere bakabiliriz:

Araba ile geldi. Kardeşi ile geldi. (Buradaki  “ile”ler ilgeçtir, anlamca vardır.)

Kerem ile Aslı öyküsünü okudum. (Buradaki “ile” bağlaçtır, eş görevli iki sözcüğü bağlamıştır.)

İzmir’e gelmiş;  ancak beni aramadı. (Buradaki “ancak” bağlaçtır, iki tümceyi bağlamıştır.)

Bu soruyu ancak sen çözebilirsin. (Buradaki “ancak” ilgeçtir, anlamca vardır.)

Yukarıdaki örneklerdeki bakış açısını “de” için de kullanabiliriz:

Gizem de Özgür de geldi. (Buradaki “de…de” bağlaçtır, eş görevli iki sözcüğü bağlamıştır.)

İzmir’e gelmiş de beni aramadı. (Buradaki “de” bağlaçtır, iki tümceyi bağlamıştır.)

Görkem de geldi. Ezgi de gitti. (Buradaki  “de”ler ilgeçtir, anlamca vardır.)

“Bağlaç” türündeki bir sözcüğün temel görevinin “bağlamak” olduğu unutulmamalıdır. Bağlanmanın da “biçim”le sınırlandırılması, tanımı belirginleştirecek, örnekleri doğru adlandırmayı sağlayacaktır. Gerçekte yukarıda alıntılanan tüm “bağlaç” tanımlarındaki “anlamca” sözcüğü çıkarılırsa düğümün çözüldüğü görülecektir.



[1] Tahir Nejat GENCAN, Dilbilgisi (Gözden geçirilmiş 4. Baskı, Ankara: TDK Yayınları, 1979), ss. 446-478.

[2] İbrahim KUTLUK, Neşe ATABAY, Sevgi ÖZEL, Sözcük Türleri (Ankara: TDK Yayınları, 1983), ss.145-180.

[3] Tahsin BANGUOĞLU, Türkçenin Grameri (İstanbul: 1974), ss. 390-396.

[4] Muharrem ERGİN, Türk Dil Bilgisi (Beşinci baskı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1980), ss. 348-373.

[5] M:Necmettin HACIEMİNOĞLU, Türk Dilinde Edatlar  (Üçüncü basılış, İstanbul: MEB Yayınları, 1984), ss. 220-240.

[6] Haydar EDİSKUN, Türk Dilbilgisi (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1985), ss. 284-301.

(Çağdaş Türk Dili 286, Aralık 2011)


Boşa yazmıyormuşum demek ki; yazılarım üniversite derslerinde okutuluyor :)

FEYZİYE MEKTEPLERİ VAKFI

IŞIK ÜNİVERSİTESİ

TÜRKÇE DERSİ 101 (TUR 101)

2012-2013/I.YARIYIL

OFİS SAATLERİ

SALI: 11.00-12.00; PERŞEMBE: 11.00-12.00

OFİS NO: 218

OFİS TEL NO: 7164

E POSTA: kiziltan@isikun.edu.tr

DERS SAATLERİ

101.01 (SALI 5, 6) DMF 004

101.02 (ÇARŞAMBA 3, 4) DMF 004

101.03 (SALI 1, 2) DMF 004

101,04 (ÇARŞAMBA 1, 2) DMF 004

DERS TANIMI

Derste; iletişim aracı olarak dil, dünya ve Türk dilleri, dil-kültür-edebiyat ilişkisi üzerinde durulur. Türkçe'nin dil ve anlatım zenginliği, yazım kuralları ve dilbilgisi özellikleri; sözlü ve yazılı anlatımda karşılaşılan yanlışlar, uygulamalı olarak öğretilir. Bilgilendirici ve yazınsal metin okuma ödevi verilir; ödevler sözlü anlatımla sunulur.

KAYNAK KİTAP ve MAKALELER

• Oya Adalı, Anlamak ve Anlatmak, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2003, s. 15-160.

• Merih Zıllıoğlu, “İletişim Nedir?”, İletişim Nedir?, İstanbul: Cem Yayınevi, 1993, s. 1–21.

• Attila Aşut, "Dilin Kemiği: Sessiz Harflerle İletişim Çılgınlığı ", Çağdaş Türk Dili, Aralık 2011, Sayı:.286.

• Öner Yağcı, “Ortak Dil ve Sanatçının Borcu”, Çağdaş Türk Dili, Nisan 2010, Sayı: 266.

• Prof. Dr. Ahmet Kocaman, "Bilim Söylemi: Terimler ve  Ötesi", Çağdaş Türk Dili, Ağustos 2011, Sayı:282.

• Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu, “Okumayı Öğretme”, Yaratıcı Toplum Yolunda Çağdaş Eğitim, İstanbul: Cem Yayınevi, 1990, s. 47-60.

• Ali Türkseven, "de Sözcüğü Sorunu", Çağdaş Türk Dili, Aralık  2011,  Sayı: 286.

• Hazl: Ömer Asım Aksoy, vd; “Giriş”, “Türkçe’de Harfler, ..”; Ana Yazım Kılavuzu; İstanbul: Adam Yayıncılık, 1999, s. 11-29; 62-90.

• Prof. Dr. Akşit Göktürk. “Okumasız Okuryazarlar”, Sözün Ötesi, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 2012, s. 45-50.

• Prof. Dr. Nejat Bozkurt, “Aydınlanma Dönemi Felsefesi: İnsan Hak, Görev ve Sorumluluklarının Temellendirilişi”, Çağdaş Toplum Değerleri, İstanbul: 1997, s. 93-115.

• Günay Güner "Türk  Basın Dili ve Türkçemiz", Çağdaş Türk Dili,Temmuz 2011, Sayı: 281.

• Halide Edib Adıvar, Sinekkli Bakkal, İstanbul: Özgür Yayınevi, 2006, s. 9-10.

• Orhan Veli Kanık, “İstnabul’u Dinliyorum”, Bütün Şiirleri. İstanbul: Varlık Yayınları, 1957, s. 130-131,

• Ferit Edgü, O-Hakkaride Bir Mevsim, İstanbul: Ada Yayınları, 1977, s. 27.

• Haldun Taner, “Yaşasın Demokrasi”, Hikayeler I, Yaşasın Demokrasi, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1970, s. 155-161.

• Prof. Dr. Ahmet Kocaman, “Türkçe Çevirilerde Dil Kullanımı Üzerine”, Uygulamalı Dilbilim Açısından Türkçe’nin Görünümü, Ankara: Dil Derneği Yayını, 1994, s. 42-47

 

5. Hafta (30/10/2012, 31/10/2012)

Tümce ve öğeleri, Bağlaçlar

Okuma Metni- Ali Türkseven, "de Sözcüğü Sorunu", Çağdaş Türk Dili, Aralık  2011,  Sayı: 286.

Uygulama-Özne-yüklem uyuşmazlığına ilişkin yanlışlar

Uygulama-Nesne ve tümleceye ilişkin yanlışlar

Uygulama-“De” ve “ki” sözcüklerinin kullanılışı

Yard. Doç. Dr. Mübeccel KIZILTAN

FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ

ENFORMASYON TEKNOLOJİLERİ

ÖĞRETİM ÜYESİ

 


 

           

 

Karatmanlı Ağzından Küçük Bir Derleme-3*

Ali TÜRKSEVEN

-Kendisinden öğrendiğim dille bir kez daha var olduğum, ışıklar içinde uyumasını dilediğim anama- 

Karatmanlı Sözcüklerinden Örnekler

bolaki Hele bir. (Bolaki gitme= Hele bir gitme= Gitme de göreyim) (“bolaki” sözcüğü bir hayli ilginç. Kökü Göktürkçedeki “bol-” eylemi. “-a” istek kipi eki, onun üzerine de “ki” bağlacı gelmiş. Sözcük “bola ki” diye de düşünülebilir.)

çımkamak Sıçramak.

çuşka Biber, taze fasulye gibi bitkilerin bir teki (bir çuşka ya da iki çuşka biber).

fırda Kırıntı.

fotoz Uçları başın üstüne gelecek biçimde bağlanmış tülbent.

hamlanmak (amlanmak) Nemlenmek (yiyecekler için).

hurva (urva) Baklava içi (yufkalar arasına serpiştirilir).

kırılışmak (Üzüntüyle, bir acı nedeniyle) Bağırıp çağırmak, feryat etmek. (Bu sözcük, Tarama Sözlüğü’ndeki kıgırmak sözcüğüne dayanmaktadır; kıgırmak “çağırmak, davet etmek, seslenmek, haykırmak” anlamlarına gelmektedir. Bu sözcükle ilişkili -Tarama Sözlüğü’nden- şu örnekler de eklenebilir: kıgırıcı, kıgırdıcı, kıgırılmak / kıgrılmak, kıgırışmak / kıgrışmak, kıgırtmak.)  

martifal Derleme Sözlüğü 12. Ciltte “mantıfal” sözcüğü “kutu içine konan çiçekleri çekerek mani okuma (bir çeşit oyun)” diye açıklanıyor (Kırklareli-Vize köyleri). Bu iki sözcük özdeş olmalı. (Ayrıca Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi - Karacaoğlan bölümündeki şu manideki “mantıvar” da karşılaştırmaya değer: “Hey mantıvar mantıvar / Mantıvarın vaktı var / Mantıvara gelenin / Cennette beş tahtı var” s.137)

oluşat Yaradılış, huy, mizac, tabiat.

öteygün Geçen gün. (“Öte” ve “gün” sözcükleriyle yapıldığı anlaşılıyor.)

pelena Çocuk bezi.

pıse Kavun, karpuz, portakal dilimi.

soba Oda.

topka Topan. 

Deyim, Atasözü ve Çeşitli Öbek Örnekleri

Adıyla kocasın. (adıyla: adiyle) Bebekler yeni doğduklarında söylenen iyi dilek sözü.

Anasız(lık), babasız(lık); ama illa da parasız(lık)… (illa da: ille de) Kişinin ana babasının olmaması kötü bir durumdur; ama parasının olmaması daha da kötüdür.

Başına olsun! Başkası için yapmaya çalıştığın kötülükler sana dönsün.

bir uyku almak Birkaç saat deliksiz uyumak.

can bakmak Can atmak.

Düğün, döğün (dövün). Düğün yapmak kolay değildir. Düğünü yapanlar genelde yorulur, üzülür. Düğün, yalnızca eğlence demek değildir. Beklenmedik birçok sıkıntı, sorun çıkabilir.

engine koyvermek (koyvermek:  küvermek) Boş vermek, aldırmamak, takmamak, önemsememek, dert etmemek, inceldiği yerden kopsun demek.

ey dememek Uyarmamak, öğüt vermemek.

Hasmını böyle göresin! (hasmını: asmıni, böyle: büle, /ü/ uzun) (Ölmüş, yaralanmış canlılara bakılarak söylenir.) Hasımlarını, düşmanlarını yenilmiş, yok olmuş göresin.

hiç hiçinden! (hiç: iç) Hiç yoktan yere, boşu boşuna, pisi pisine, durup dururken.

ıklım ıklım saklanmak Köşe bucak saklanmak, hiç görünmemeye çalışmak.

kan tıkmak Çok eziyet etmek.

kara kaybolmak Birdenbire gözden yitmek, hiç belli etmeden sıvışmak.

kara keyif gitmek (keyif: kif, /i/ uzun) Çok keyiflenmek, sevinmek.

kendini atmak Serpilmek.

kuru piçkalı (piçkalı: piçkali) (Aşağılamak için) Menopozlu.

Kuzular koç oluyor. (kuzular: kuzilar, oluyor: oluy) Çocuklar büyüyor.

Ortada burun olmasa (bu) gözler birbirini çıkarırmış. İnsanların geçimsiz, çıkarcı olduğunu, hep kendini düşündüğünü anlatmak için kullanılır.

önünde arkasında dolaşmak Pervane kesilmek, pervane olmak.

Sağ başa çare var  (Sağ başın çaresi var). Sorunlar çözülebilir, ölüm dışında her şeye çözüm bulunabilir. Karamsar olmamak gerekir.

sivilceyi çıbana kardırmak (çıbana: çibana) Küçük bir sorunu gereksiz yere kurcalayıp büyüterek çözümünü güçleştirmek, onu olduğundan daha kötü bir duruma getirmek.

tey bir yol, tey daha bir yol! Nereye istersen oraya git. (Gözdağı verme, karşıdakini önemsememe amaçlı kullanılır.)

tutamacığı olmak (tutamacığı: tutamaci, /i/ uzun) Ev, tarla, para gibi konularda durumu iyi olmak; yoksul olmamak.

Yaptık işi! Gördün mü başımıza geleni, ayvayı yedik.

Yok ne diyeyim sana! (diyeyim: deyeym) Yaptığını beğendin mi?

Mani Örnekleri

5’li hece kalıbıyla

Altındır halkam

Gümüştür tokam

Kimseden korkmam

Allah’tır arkam

7’li hece kalıbıyla

Mani mani man’açar

Mani dağlara kaçar

Vurmuş kilit ağzına

Yüz bin anahtar açar


Manici başı mısın

Cevahir taşı mısın

Yazayım bir hamaylı

Boynunda taşır mısın

 

Martifalım martifal

Her bir işin vakti var

En ileri çıkanın

Diyat ile bahtı var

 

Martifalım güzelim

Has bahçeyi gezelim

Lale sümbül açılmış

Fotozuna dizelim


Sizin soba serindir

Bizim soba derindir

Sarınalım yatalım

Yarın Allah kerimdir

 

Çubuk vurdum çimene

Çimenin çiçegine

İpek olsam sarılsam

Yârımın etegine

 

Karşı karşı duralım

Portakal atışalım

Deniz var ara yerde

Az kaldı kavuşalım

 

İsa’dan endim ancak

Başımda yeşil sancak

Ne kız oldum ne gelin

Ateşe yandım ancak

 

İsa’dan enişelim

Koç gibi dövüşelim

Aç gelin duvağını

Bayramdır görüşelim

 

İsa’dan endim eniş

Kucağım dolu yemiş

Yâra yolladım yemiş

Kendisi gelsin demiş

 

Sar’entari giymişim

Yele karşı durmuşum

Gam çekme nazlı yârim

Ben sözümde durmuşum


Ay irince irince

Kaşık saldım pirince

Bir incecik ter döktüm

Yâr koynuna girince

Düzensiz

Ay doğar alistandan(7)

Gün doğar belistandan(7)

Yârim bir nar getirdi(7)

Yetmişi bostandan(6)

 

Karşıda kavun dilimi(8)

Getirin benim ak gülümü(9)

Ben ak gülsüz olamam(7)

Koparın sümbülümü(7)

 

Alaca karpuz kökeni(8)

Elime battı tikeni(8)

Ben o yâra n’etmişim(7)

Her gün yollar sitemi(7)

Not: Bu yazının birincisinde verdiğim bilgilerde “… ağız derlemesine konu olan köy, Türkçe konuşulan bir yer olarak, yok. Bu Türk köyünün adı Karatmanlı (idi)” demiştim. Karatmanlı köyü, bugün Makedonya’da “Karatmanovo” olarak varlığını sürdürüyor; ama Türk ve Türkçe ne durumda, bilmiyorum. (Göç sırasında bir Türk evi kaldığına göre, bugün orası bir Sırp köyü olmalı. 2002 nüfus sayımında 520 kişi yaşıyormuş. Karatmanovo’nun yeryüzündeki konumu: enlem 41°  45' 45'', boylam 21°  52' 07'')

Bu yazı, derlemenin “son” yazısıdır (anam öldü).

_______________________

                *Bu yazının birincisi ÇTD’nin Aralık 1996 (106.), ikincisi Ocak 1998 (119.) sayısında yayımlanmıştır.

 (Çağdaş Türk Dili 285, Kasım 2011)

         EK:

                               

                                                         Karatmanovo’nun uzaktan görünüşü                                           



 

 

                                                    Uydudan Karatmanovo’nun konumu

 

 


 

Dil Soru(n)larım-2*

Ali TÜRKSEVEN

         Arka-taş

            11) Bir ilköğretim okulunun beşinci sınıfının panosunda “arkadaş” sözcüğünün “Türklerin arkasını taşa vererek dövüşmesinden geldiği” anlamında saçmalıklar görmüştüm. Daha sonra bir dersanede Türkçe bölüm başkanı genç bir öğretmenin çıkardığı, düzeysiz bir dergide buna benzer bir bilgiye rastladım. Kim yayıyor bu saçmalıkları? Türkçe konusunda bilen de bilmeyen de konuşuyor. Bu konuda uzmanlık düzeyinde eğitim alanların kolay sayılabilecek örnekleri açıklayamaması kötü bir durum. Addan ad yapan “-daş” ekimizle türemiş sözcüklere eskiden beri sıkça rastlıyoruz. Ta Kaşgarlı’da karşılaştığımız “karın-daş” sözcüğünün “bir karından gelmiş olanlar” anlamına geldiği bugün bile kolayca anlaşılabiliyor. “Yol-daş”ın “yol ya da düşüncede birlikte olan”, “ad-daş”ın “adları bir olan” anlamlarını Türkçe düşünen herkes kolayca çıkarabilir. Sorun belki de “Türkçe düşünme”yi öğretememek. Yüzyıllarca yabancı sözcüklerle bulanmış bir dil, kafası bulanık bireylerden oluşan bir toplum mu yaratıyor?

            Türkçe Düşünmek

            12) “Türkçe düşünmek ne demek, nasıl bir şey?” diye sorulduğunda (günümüzden de örnekler verilebilir ama) usuma Kaşgarlı’da rastladığım çarpıcı adlandırmalar gelir: “kapak” bekâret demek, “kapaklıg kız” kız oğlan kız, “kapaklamak” ise kız bozmak. “Şişman” da Türkçe ama “etlig kişi” sözü daha çarpıcı. Makasın çağrışımsızlığına karşın Kaşgarlı’daki “bıçguç”, tencere yerine “aşıç”, “kök-ek” ilişkisiyle Türkçe düşünmeyi sağlıyor. Bence Türkçe düşünmenin özünde “kök-ek” ilişkisi var. Kaşgarlı’dan şu örnekleri de eklemeliyim: emik: meme, emikdeş: sütkardeşi, köçüt: at, çöküt: cüce, külüt: gülünç olan nesne.

            Elma-Almıla

            13) “Elma” sözcüğüne takılmışımdır hep. Hani Büyük Ünlü Uyumuna uymayan sayılı sözcüklerdendir. Eski biçiminin kurala uyduğu ve “alma” olduğu söylenir. İyi de “al” renginden geliyorsa (sanırım öyle), “-ma” ekine ne demeli? Türkçede “-me, -ma” eylemden ad yapan bir ektir (eylemden eylem yapan, olumsuzluk eki “-me, -ma”yı saymazsak). Kaşgarlı’da “almıla” diye bir sözcüğe rastladım, anlamı da “elma” (“kımız almıla” ise ekşi elma). Yoksa “elma”daki “ma” ek değil mi ya da ek “mıla” mıydı?

            Made in Turkey

            14) İngilizce konuşulan ülkelerde Türkiye adının Turkey biçiminde kullanılmasına karşıyım. Nedenini bilirsiniz, İngilizcede “turkey” hindi demektir (bu konuda yurtdışında karikatürlerde zaman zaman bayat espriler yapma çabası görülüyor). Bunun düzeltilmesi için neler yapılabilir bilemiyorum (gerçi dışişlerinde onca sorun varken bunu kim düşünür?) Yabancıların “Turkey” demesi neyse de Türkiyeli üreticilerin mallarına “Made in Turkey” etiketi koymasına ne demeli?

            Farsça Tamlama Düşkünlüğü

            15) Önce Kanal 35 TV’de gördüm (16.06.2011). İzlencenin adı “İfade-i Meram”dı. Belediye otobüsüyle geçerken baktım, bir aşevinin tabelasında “Keyf-i Esmira Retaurant” yazıyordu. 22 Haziran 2011’de KKTC televizyonlarından BRT-2’de “Keyf-i Sabah” diye bir izlenceye rastladım. Ne oluyoruz, yavaş yavaş Osmanlıcaya geri mi dönüyoruz?

            En Güzel Türkçe Azerice mi?

            16) Yeryüzündeki Türkçeler içinde en güzelinin Azeri Türkçesi olduğu safsatasını birkaç yerde işittim. Nasıl ölçtüler, neye göre belirlediler? Açın bir Azeri kanalını bakın. Bu beğendikleri Türkçe içinde ne denli çok Arapça, Farsça sözcük var. Yoksa bu dili Osmanlıcaya benzediği için mi beğeniyorlar?

            1980’lerde Susanlar, Konuşanlar

            17) 12 Eylül Darbesinden sonra TDK kapatılırken; sözcükler yasaklanırken (202 yasaklı sözcük ayıbını anımsayın); ilerici, devrimci, toplumcu, solcu avı sürerken susanlar (yalakalık -belki de işbirliği- yapanlar) akademik çıkarlar elde etti mi? Bu soru beni çok düşündürmüştür. Böyle kişilere kızdığımı, saygımın olmadığını, onları kınadığımı; öğrenciyken bile konuşabilenlerin önünde saygıyla eğildiğimi belirtirim. Acaba diyorum, o zamanlar susup da bugün dayılananlar var mıdır?

            “ya da” Uydurmacılığı (!)

            18) “Türkçedeki veya yerine, umumiyetle uydurmacılar ve arı dilciler tarafından bugün ya da kullanılmaktadır. Yazı dilimizde esasen mevcut olup veya’dan başka ve değişik bir kullanılışı olan ya da’ya yeni bir vazife yüklemek dil mantığına uymadığı için, bu şekil henüz çok dar bir çevrede tutunmaya çalışmaktadır.” Bu bilimsel(!) alıntı N.Hacıeminoğlu’ndan (Türk Dilinde Edatlar, s.233). Üstat, “ya da”ya yeni bir görev (“anlam” mı demek istiyor?) yüklemeyi dil mantığına uygun bulmuyor (nedense); ama ardından kullandığı “henüz” sözcüğü, “ya da”nın ileride yaygınlaşacağını kestirebildiğini de gösteriyor. Belki de o günlerde bile yaygınlaşmış olan “ya da”nın kendisinin bilimsel(!) uyarılarıyla tutunamayacağını umuyordur. Dili geriden izleyenlere ne denir?

            Kığırdıcı:Müezzin

            19) Ahmet Topaloğlu’nun hazırladığı, Kültür Bakanlığının 1978’de bastığı “Muhammed Bin Hamza XV. Yüzyıl Başlarında Yapılmış Kur’an Tercümesi İkinci Cilt (Sözlük)” adlı yapıt, Muhammed Bin Hamza’nın “Türkçesini kullanma” konusundaki titizliğini gösteriyor. Kimilerinin “Tanrı” sözcüğü “Allah”ı karşılamaz türündeki savlarına da yanıt olabilecek kullanımlara rastlıyoruz yapıtta: “Tanrı’dan ayruk tapılan” (Tanrı’dan başka ibadet edilen), “Tanrı’ya dönici” (Tanrı’ya yönelen, tövbe eden), “Tanrı’ya iki dimek” (Tanrı’ya ortak koşma, şirk) (s.557).

            Muhammed Bin Hamza’nın “ezan”ı “bildirme” (s.86) diye çevirmesini saygıyla karşıladım. O zamanlar kullanılan ve “bağırmak, ünlemek” anlamına gelen “kığır-” eyleminden türeyen şu sözcükler de ilginç: kığıran (dua eden) (s.388), kığırdıcı (tellal, davetçi, müezzin) (s.389). (Şu sözcüklere de bakıldığında, kığır- eyleminin o dönemde yaygın kullanıldığı anlaşılıyor: kığırınıl-, kığrınıl-, kığırt-, kığrın-, kığrış- s.389) Bugün, Arapçadan dinsel çeviri konusunda Muhammed Bin Hamza’ya yetişebilecek kaç kişi vardır?

            1,5’a mı, 1,5’e mi?

            20) “Bir buçuğa” diye okuduğumuzu düşünerek “1,5’a” diye mi yazacağız,  “bir virgül beşe (ya da bir tam onda beşe)” diye düşünüp “1,5’e” diye mi? Yoksa ikisi de doğru mu sayılacak?

____________________

            *Bu yazının birincisi ÇTD’nin Temmuz 2011 sayısında yayımlanmıştır.

(Çağdaş Türk Dili 284, Ekim 2011)

 

  “de” Sözcüğü Sorunu Ali TÜRKSEVEN               Sorun Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne ol...