18 Kasım 2021 Perşembe


 

"TAKISIZ AD TAKIMI" OLABİLİR Mİ? - 2

ALİ TÜRKSEVEN

Bilindiği gibi, Çağdaş Türk Dili'nin 77/78. sayısı "Dil ve Kavram Yazılan özel Sayısı" olarak yayımlanmıştı. Benim de bu sayıda yer alan iki yazımdan birinin başlığı "Takısız Ad Takımı" Olabilir mi? idi. ÇTD'nin 85. sayısında yayımlanan "Takısız Ad Tamlaması" başlıklı yazısında Sayın Süreyya Eryaşar, bu yazımı eleştirip Tahir Nejat Gencan'ı savunuyor.

Öğretmen Dünyası'nın 178. (Ekim 1994) sayısında yayımlanan "Türkçenin, Kitabı da Güzel Olmalı" başlıklı "Özel Dosya"da, MEB'in 6. sınıflar için salık verdiği on se­kiz Türkçe kitabından dokuzunu eleştirmiştim. Bu dokuz kitaptan birinin yazarı olan Sayın Ahmet Kapulu, Öğretmen Dünyası'nın 179. sayısında eleştirilerimi yanıtlamıştı. "210. sayfada sıfatların adlaşması diye bir kullanım var. Oysa sıfatlar adlaşmaz; çünkü sıfatlar tek başına addır. Örneğin 'kırmızı' sözcüğü bir rengin 'ad'ıdır; ama 'kırmızı kalem' dendiğinde 'kalem'in 'sıfat'ı olur." eleştirimi yanıtlarken, Sözcük Türleri'ni ve Gencan'ın Dilbilgisi'ni kanıt göstermişti.

Bu yazıda Sayın Eryaşar ve Sayın Kapulu'dan çok, onların dayandığı kaynaklar eleştirilecektir. Eleştirideki amacımız, dilbilgisinin çelişkilerden arındırılıp Türkçenin kolay öğrenilen-öğretilen bir dil olmasına hizmet etmektir. Dilimizin özelliklerini inceleyip çeşitli bölümleri adlandırırken özenli olmak zorundayız. Eğer özdeş özellik için birbirin­den çok ayrı başlıklar konuyorsa, açıklamalar karşıtsa, ortada önemli bir sorun vardır. Böyle bir dilin öğretiminin kolay olmayacağı da bir gerçektir.

"Takısız Ad Takımı" Olabilir mi? başlıklı yazıda, Gencan'ın böyle bir bölüm açmasının doğru olmadığını, "mermer saray, altın bilezik..." gibi örneklerin sıfat takımına girdiğini (Ediskun, Banguoğlu, Ergin ve Şimşek'ten de yararlanarak) savun­muştum. Sayın Eryaşar'ın, kuşkumu gidermeye çalışması gereksizdi; çünkü bu konuda bir kuşkum yoktu.

Önceki yazımızda Gencan'ı eleştirdiğimiz için, bu yazımızda, daha çok, Sözcük Türleri[1]  adlı yapıttaki, konumuzla ilgili kimi bölümleri açarak, Eryaşar ve Kapulu'yu yanıtlayalım:

Bu yapıtın Adlar bölümünün hazırlayıcısı, Neşe Atabay. Atabay, "Adın bir başka adla kurduğu birlik dört türlüdür: 1. Belirtili tamlama, 2. Belirtisiz tamlama, 3. Takısız tamlama, 4. Zincirleme tamlama (s. 53)" diyor. "Takısız Tamlama" bölümünde de "Bu konuda çeşitli görüşler vardır. Kimi dilbilgisi yapıtlarında bu tamlamaya sıfat tamlaması da denmiştir. Genellikle ad tamlaması oldukları görüşü üstündür. (s. 56)" yargısına varıyor. Ancak, Atabay'ın bu üstünlüğü nasıl ölçtüğünü anlamak güç. Dipnottaki açıklamaya bakılırsa, Deny ve Kononov gibi dilciler "taş köprü, taş duvar" takımlarındaki "taş" sözcüğünde ad, bu takımlara da "ad tamlaması" diyorlar. Emre ise, "demir kapı, gümüş kaşık" gibi takımları "ilgi takımı" bölümüne alarak, bu örneklerin eksiz olduğunu belirtiyor. Ergin ve Banguoğlu ise bu örneklere "sıfat takımı" diyor. Atabay'ın karşılaştırdığı kişilerin oranı (üçe iki), üstünlüğü "takısız tamlama"cılara veriyor olsa gerek.

Atabay bu bölümde yedi türlü takısız tamlama örneği veriyor: 1. altın bilezik, 2. ki­raz dudak, 3. Pamukkale, 4. Bayan Ayşe, 5. armut kafa, 6. arka kapı, 7. üç litre (s. 57). İşin ilginç yanı, Atabay, son iki türdeki örneğin, sıfat tamlaması olduğunu da belirtiyor. Bu tür örnekler sıfat tamlaması ise, bu bölümde işleri ne? Dördüncü türdeki örnek "Ba­yan Ayşe"deki "Bayan"ın san (unvan) sıfatı olduğunu Gencan da benimsiyor.[2] Başka bir deyişle, Atabay, takısız tamlama konusunda, Gencan'dan da bir adım ileri giderek, örnek türlerini genişletiyor; sıfat takımlarından da yararlanıyor. Bu da, takısız ad takımı bölümünün, sıfat takımına ne denli çok benzediğini gösteriyor.

Sözcük Türleri yapıtının "Sıfat" bölümünü hazırlayan Sevgi Özel'in "sözcüklerin tek tek değil, ancak birbirleriyle olan ilgilerine ve tümce içindeki görevlerine göre değerlendirildikleri (s. 72)" yargısı çok doğrudur. "Sıfat dediğimiz sözcükler de genellikle bir adla birlikte bu görevi yüklenirler (s. 72)" yargısına da tümüyle katılıyoruz. Bir başka deyişle, bir sözcüğe tek başına "sıfat" denemez; çünkü sıfatlar bir adın önünde görev yaparak, bu tür adını alır. Örneğin, sıfat takımı kuran sayı sözcükleri, tek başına addır: bir, on, bin... gibi. "On" sözcüğü bir sayının adıdır. Yine "yeşil" sözcüğü, bir rengin adıdır. "On kitap" dediğimizde "on" sözcüğü, kitabın sayısını belirttiği için; "yeşil yaprak" dediğimizde "yeşil" sözcüğü, yaprağın durumunu nitelediği için sıfattır.

Gencan'ın "San (unvan) Sıfatları (s. 179)" bölümünde "Ali Dayı, Zeynep Hatun, Elif Bacı" gibi örnekleri de ele alıp "San sıfatlarının birçoğu adlardan sonra gelir." yargısı da tartışma götürür. Bu tür örnekleri ayrı bir bölüme toplayıp "San öbeği" diyen dilciler, doğru bir iş yapmışlardır. Çünkü sıfatın yeri, onun (sözcük) türünü de yanında getiriyor. "Ali Hoca" san öbeği, "Hoca Ali" sıfat takımıdır. Halk arasında, bu iki kullanım arasında bir anlam ayrılığı olmadığını belirtmek için söylenen "Ha Ali Hoca, ha Hoca Ali" sözünde gerçeklik payı vardır. Ancak, biçimsel ayrılığı da göz ardı etmeden, dilimi­zin bu inceliğini de -yukarda belirttiğimiz gibi- adlandırmak, oldukça tutarlıdır.

Sözcüklerin birbiriyle ilişkisi, tümcedeki yeri, gerçekten, çok önemlidir. Tutup da "güzel" sözcüğüne "niteleme sıfatı" derseniz yanılırsınız. Adsoylu bir sözcük olarak "güzel", üç ayrı türde kullanılabilir:

1)güzel resim (resim adını nitelediği için sıfattır.)

2)Bugün hava güzel. (Yüklem görevinde -eylem anlamı olmadan- kullanılabildiği için addır.)

3)Güzel çalışın. (Eylemin durumunu belirttiği için belirteçtir.)

Eryaşar'ın belirttiği, niteleme sıfatlarının derecelendirilebilmesi konusu doğrudur. Niteleme sıfatlarının daha çok, görece nasıllıklar bildirdiği de doğrudur: güzel saray, çok güzel saray gibi. Eryaşar, buradan yola çıkıp (Gencan'ın takısız ad takımı örneklerinden) "mermer saray"ın derecelendirilemeyeceğini, "mermer" sözcüğünün görece bir nasıllık belirtmediğini yazıyor. Buraya değin doğru. Yalnız, Eryaşar, sözcüğün, yanındaki sözcüklerle ilişkisini göz ardı edince yanılıyor. Bir sözcüğün türü belirlenirken, onun yalnızca anlamına bakılmaz. Bir sözcük sıfatsa, ilkin onun addan önce kullanılmış ol­ması belirlenir, daha sonra da anlamına bakarak, ne tür bir sıfat olduğu.

Kononov, niteleme sıfatı olarak kullanılan sözcüklerin anlamlarına bakarak, şu bölümlemeyi yapar: Renk bildiren sıfatlar (ak, kara), kişinin ya da nesnenin en belirgin niteliğini sağlayan sıfatlar (iyi, güzel), nesnelerin duyularımızla anlaşılabilen nitelikleri­ni anlatan sıfatlar (tatlı, acı), yüzölçümü ya da zaman nitelik ve ilgilerini anlatan sözcükler (uzak, yakın), fiziksel ya da bedensel nitelikleri  anlatan sözcükler (kör, topal), türlü anlamda sözcükler (yavaş, boş, çabuk).[3]

Bir adın neden yapıldığını (mermer saray) ya da neye benzediğini (aslan asker) an­latan sözcükler de niçin niteleme sıfatı olarak adlandırılamasın? Gencan'ın verdiği (Eryaşar'ın da savunduğu) takısız ad takımı örneklerinin kimisini derecelendirmek de söz konusu: çok taş yürek(li), çok tilki çocuk, en çelik irade, çok şeytan adam, en melek insan gibi. Demek ki, "derecelendirilmek" bir ölçü değil.

Sonuç ve Öneriler

Tek başına bir sözcüğün sıfat olamayacağı gerçeğini benimsersek, ne Takısız Ad Takımı ne de Sıfatların Adlaşması gibi sorunlar olacaktır. Üstelik, birtakım sıfat takımlarıyla, "Takısız Ad Takımı"nda verilen örneklerin de karışması önlenecektir. Sıfatların bir adın önünde yer alıp onu anlamca belirttiği ya da nitelediği de iyice anlaşılırsa, san sıfatlarının adlardan sonra gelemeyeceği de kesinleşecektir. Buna bağlı olarak da "San Öbeği" adlandırması yaygınlaşacaktır.

Dilbilgisinde biçimsel yaklaşımların da önemli ölçüde aydınlatıcı bir yöntem olduğu (ad takımlarında belirtilenin mutlaka belirtilen eki aldığı) unutulmamalıdır.


[1] İbrahim Kutluk, Neşe Atabay, Sevgi Özel, Sözcük Türleri (Ankara: TDK Yayınlan, 1983, s. 52-58.

[2] Tahir Nejat Gencan, Dilbilgisi (Gözden geçirilmiş dördüncü baskı. Ankara: TDK Yayınlan, 1979)., s. 185.

[3] Kutluk, 1983, Ön. ver., s. 78.

Not: Bu yazı, yayımlandıktan sonra pek çok yerde (dergiler, bilimsel bildiriler, yüksek lisans ve doktora tezlerinde) anılmıştır, görüşlerimden alıntılar yapılmıştır. Benim gördüğüm (anan, alıntı yapan) adlar: Osman Bolulu, Tahir Kahraman. Süreyya Eryaşar, Cengiz Büker, Hamza Zülfikar, Mehmet Ali Yavuz, Caner Kerimoğlu, Hacı İbrahim Delice, Şahap Bulak, İbrahim Atabey, Hüseyin Başdoğan; Kaan Yılmaz (doktora tezi), Osman Erbaş (yüksek lisans tezi), Esra Çorbacı (yüksek lisan tezi)

 (Çağdaş Türk Dili 88, Temmuz/Ağustos 1994)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  “de” Sözcüğü Sorunu Ali TÜRKSEVEN               Sorun Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne ol...