"TAKISIZ AD TAKIMI" OLABİLİR Mİ? - 2
ALİ TÜRKSEVEN
Bilindiği
gibi, Çağdaş Türk Dili'nin 77/78. sayısı "Dil ve Kavram Yazılan özel
Sayısı" olarak yayımlanmıştı. Benim de bu sayıda yer alan iki yazımdan
birinin başlığı "Takısız Ad
Takımı" Olabilir mi? idi. ÇTD'nin
85. sayısında yayımlanan "Takısız Ad Tamlaması" başlıklı yazısında
Sayın Süreyya Eryaşar, bu yazımı eleştirip Tahir Nejat Gencan'ı savunuyor.
Öğretmen
Dünyası'nın 178. (Ekim 1994) sayısında yayımlanan "Türkçenin, Kitabı da
Güzel Olmalı" başlıklı "Özel Dosya"da, MEB'in 6. sınıflar için
salık verdiği on sekiz Türkçe kitabından dokuzunu eleştirmiştim. Bu dokuz
kitaptan birinin yazarı olan Sayın Ahmet Kapulu, Öğretmen Dünyası'nın 179.
sayısında eleştirilerimi yanıtlamıştı. "210. sayfada sıfatların adlaşması diye bir kullanım var. Oysa sıfatlar adlaşmaz;
çünkü sıfatlar tek başına addır. Örneğin 'kırmızı' sözcüğü bir rengin 'ad'ıdır;
ama 'kırmızı kalem' dendiğinde 'kalem'in 'sıfat'ı olur." eleştirimi
yanıtlarken, Sözcük Türleri'ni ve Gencan'ın Dilbilgisi'ni kanıt göstermişti.
Bu yazıda
Sayın Eryaşar ve Sayın Kapulu'dan çok, onların dayandığı kaynaklar eleştirilecektir.
Eleştirideki amacımız, dilbilgisinin çelişkilerden arındırılıp Türkçenin kolay
öğrenilen-öğretilen bir dil olmasına hizmet etmektir. Dilimizin özelliklerini
inceleyip çeşitli bölümleri adlandırırken özenli olmak zorundayız. Eğer özdeş
özellik için birbirinden çok ayrı başlıklar konuyorsa, açıklamalar karşıtsa,
ortada önemli bir sorun vardır. Böyle bir dilin öğretiminin kolay olmayacağı da
bir gerçektir.
"Takısız Ad Takımı" Olabilir mi? başlıklı
yazıda, Gencan'ın böyle bir bölüm açmasının doğru olmadığını, "mermer
saray, altın bilezik..." gibi örneklerin sıfat takımına girdiğini
(Ediskun, Banguoğlu, Ergin ve Şimşek'ten de yararlanarak) savunmuştum. Sayın
Eryaşar'ın, kuşkumu gidermeye çalışması gereksizdi; çünkü bu konuda bir kuşkum
yoktu.
Önceki
yazımızda Gencan'ı eleştirdiğimiz için, bu yazımızda, daha çok, Sözcük Türleri[1]
adlı yapıttaki, konumuzla ilgili kimi
bölümleri açarak, Eryaşar ve Kapulu'yu yanıtlayalım:
Bu
yapıtın Adlar bölümünün
hazırlayıcısı, Neşe Atabay. Atabay, "Adın bir başka adla kurduğu birlik
dört türlüdür: 1. Belirtili tamlama, 2. Belirtisiz tamlama, 3. Takısız tamlama,
4. Zincirleme tamlama (s. 53)" diyor. "Takısız Tamlama"
bölümünde de "Bu konuda çeşitli görüşler vardır. Kimi dilbilgisi
yapıtlarında bu tamlamaya sıfat tamlaması da denmiştir. Genellikle ad tamlaması
oldukları görüşü üstündür. (s. 56)" yargısına varıyor. Ancak, Atabay'ın bu
üstünlüğü nasıl ölçtüğünü anlamak güç. Dipnottaki açıklamaya bakılırsa, Deny ve
Kononov gibi dilciler "taş köprü, taş duvar" takımlarındaki
"taş" sözcüğünde ad, bu takımlara da "ad tamlaması"
diyorlar. Emre ise, "demir kapı, gümüş kaşık" gibi takımları
"ilgi takımı" bölümüne alarak, bu örneklerin eksiz olduğunu belirtiyor. Ergin ve Banguoğlu ise bu
örneklere "sıfat takımı" diyor. Atabay'ın karşılaştırdığı kişilerin
oranı (üçe iki), üstünlüğü "takısız tamlama"cılara veriyor olsa
gerek.
Atabay bu bölümde yedi türlü takısız tamlama örneği
veriyor: 1. altın bilezik, 2. kiraz dudak, 3. Pamukkale, 4. Bayan Ayşe, 5.
armut kafa, 6. arka kapı, 7. üç litre (s. 57). İşin ilginç yanı, Atabay, son
iki türdeki örneğin, sıfat tamlaması olduğunu da belirtiyor. Bu tür örnekler
sıfat tamlaması ise, bu bölümde işleri ne? Dördüncü türdeki örnek "Bayan
Ayşe"deki "Bayan"ın san (unvan) sıfatı olduğunu Gencan da
benimsiyor.[2] Başka
bir deyişle, Atabay, takısız tamlama konusunda, Gencan'dan da bir adım ileri
giderek, örnek türlerini genişletiyor; sıfat takımlarından da yararlanıyor. Bu
da, takısız ad takımı bölümünün, sıfat takımına ne denli çok benzediğini
gösteriyor.
Sözcük Türleri yapıtının "Sıfat" bölümünü
hazırlayan Sevgi Özel'in "sözcüklerin tek tek değil, ancak birbirleriyle
olan ilgilerine ve tümce içindeki görevlerine göre değerlendirildikleri (s.
72)" yargısı çok doğrudur. "Sıfat dediğimiz sözcükler de genellikle
bir adla birlikte bu görevi yüklenirler (s. 72)" yargısına da tümüyle
katılıyoruz. Bir başka deyişle, bir sözcüğe tek başına "sıfat"
denemez; çünkü sıfatlar bir adın önünde görev yaparak, bu tür adını alır.
Örneğin, sıfat takımı kuran sayı sözcükleri, tek başına addır: bir, on, bin...
gibi. "On" sözcüğü bir sayının adıdır. Yine "yeşil"
sözcüğü, bir rengin adıdır. "On kitap" dediğimizde "on"
sözcüğü, kitabın sayısını belirttiği için; "yeşil yaprak" dediğimizde
"yeşil" sözcüğü, yaprağın durumunu nitelediği için sıfattır.
Gencan'ın "San (unvan) Sıfatları (s. 179)"
bölümünde "Ali Dayı, Zeynep Hatun, Elif Bacı" gibi örnekleri de ele
alıp "San sıfatlarının birçoğu adlardan sonra gelir." yargısı da
tartışma götürür. Bu tür örnekleri ayrı bir bölüme toplayıp "San
öbeği" diyen dilciler, doğru bir iş yapmışlardır. Çünkü sıfatın yeri, onun
(sözcük) türünü de yanında getiriyor. "Ali Hoca" san öbeği,
"Hoca Ali" sıfat takımıdır. Halk arasında, bu iki kullanım arasında
bir anlam ayrılığı olmadığını belirtmek için söylenen "Ha Ali Hoca, ha
Hoca Ali" sözünde gerçeklik payı vardır. Ancak, biçimsel ayrılığı da göz ardı
etmeden, dilimizin bu inceliğini de -yukarda belirttiğimiz gibi- adlandırmak,
oldukça tutarlıdır.
Sözcüklerin birbiriyle ilişkisi, tümcedeki yeri,
gerçekten, çok önemlidir. Tutup da "güzel" sözcüğüne "niteleme
sıfatı" derseniz yanılırsınız. Adsoylu bir sözcük olarak
"güzel", üç ayrı türde kullanılabilir:
1)güzel resim (resim
adını nitelediği için sıfattır.)
2)Bugün hava güzel. (Yüklem görevinde -eylem anlamı
olmadan- kullanılabildiği için addır.)
3)Güzel çalışın. (Eylemin durumunu belirttiği için belirteçtir.)
Eryaşar'ın belirttiği, niteleme sıfatlarının
derecelendirilebilmesi konusu doğrudur. Niteleme sıfatlarının daha çok, görece
nasıllıklar bildirdiği de doğrudur: güzel saray, çok güzel saray gibi. Eryaşar,
buradan yola çıkıp (Gencan'ın takısız ad takımı örneklerinden) "mermer
saray"ın derecelendirilemeyeceğini, "mermer" sözcüğünün görece
bir nasıllık belirtmediğini yazıyor. Buraya değin doğru. Yalnız, Eryaşar,
sözcüğün, yanındaki sözcüklerle ilişkisini göz ardı edince yanılıyor. Bir
sözcüğün türü belirlenirken, onun yalnızca anlamına bakılmaz. Bir sözcük
sıfatsa, ilkin onun addan önce kullanılmış olması belirlenir, daha sonra da
anlamına bakarak, ne tür bir sıfat olduğu.
Kononov, niteleme sıfatı olarak kullanılan sözcüklerin
anlamlarına bakarak, şu bölümlemeyi yapar: Renk bildiren sıfatlar (ak, kara),
kişinin ya da nesnenin en belirgin niteliğini sağlayan sıfatlar (iyi, güzel), nesnelerin
duyularımızla anlaşılabilen niteliklerini anlatan sıfatlar (tatlı, acı),
yüzölçümü ya da zaman nitelik ve ilgilerini anlatan sözcükler (uzak, yakın),
fiziksel ya da bedensel nitelikleri anlatan
sözcükler (kör, topal), türlü anlamda sözcükler (yavaş, boş, çabuk).[3]
Bir adın
neden yapıldığını (mermer saray) ya da neye benzediğini (aslan asker) anlatan
sözcükler de niçin niteleme sıfatı olarak adlandırılamasın? Gencan'ın verdiği
(Eryaşar'ın da savunduğu) takısız ad takımı örneklerinin kimisini
derecelendirmek de söz konusu: çok taş yürek(li), çok tilki çocuk, en çelik
irade, çok şeytan adam, en melek insan gibi. Demek ki,
"derecelendirilmek" bir ölçü değil.
Sonuç ve Öneriler
Tek
başına bir sözcüğün sıfat olamayacağı gerçeğini benimsersek, ne Takısız Ad Takımı ne de Sıfatların Adlaşması gibi sorunlar
olacaktır. Üstelik, birtakım sıfat takımlarıyla, "Takısız Ad Takımı"nda
verilen örneklerin de karışması önlenecektir. Sıfatların bir adın önünde yer
alıp onu anlamca belirttiği ya da nitelediği de iyice anlaşılırsa, san
sıfatlarının adlardan sonra gelemeyeceği de kesinleşecektir. Buna bağlı olarak
da "San Öbeği" adlandırması yaygınlaşacaktır.
Dilbilgisinde biçimsel yaklaşımların da önemli ölçüde aydınlatıcı bir yöntem olduğu (ad takımlarında belirtilenin mutlaka belirtilen eki aldığı) unutulmamalıdır.
[1] İbrahim Kutluk, Neşe Atabay, Sevgi Özel, Sözcük Türleri (Ankara: TDK Yayınlan, 1983, s. 52-58.
[2] Tahir Nejat Gencan, Dilbilgisi (Gözden geçirilmiş dördüncü baskı. Ankara: TDK Yayınlan, 1979)., s. 185.
[3] Kutluk, 1983, Ön. ver., s. 78.
Not: Bu yazı, yayımlandıktan sonra pek çok yerde (dergiler, bilimsel bildiriler, yüksek lisans ve doktora tezlerinde) anılmıştır, görüşlerimden alıntılar yapılmıştır. Benim gördüğüm (anan, alıntı yapan) adlar: Osman Bolulu, Tahir Kahraman. Süreyya Eryaşar, Cengiz Büker, Hamza Zülfikar, Mehmet Ali Yavuz, Caner Kerimoğlu, Hacı İbrahim Delice, Şahap Bulak, İbrahim Atabey, Hüseyin Başdoğan; Kaan Yılmaz (doktora tezi), Osman Erbaş (yüksek lisans tezi), Esra Çorbacı (yüksek lisan tezi)
(Çağdaş Türk Dili 88, Temmuz/Ağustos 1994)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder