18 Kasım 2021 Perşembe


 

           ANADİLİ OLARAK TÜRKİYE TÜRKÇESİNİN TARİHSEL GÖRÜNÜMÜ

Ali TÜRKSEVEN

            Anadil ve Anadili Ayrımı

            Yazımıza, son yıllarda karıştırılan iki terimi tanımlayarak başlayalım:

             anadil [Alm. Ursprache] [Fr. langue mére] [İng. primitive language]: Bir ya da birçok dilin türemiş olduğu dil. (Ör. Latince, Roman dillerine oranla bir anadildir.)                            

            anadili [Alm. Muttersprache] [Fr. langue maternelle] [İng. native language, mother tongue]: İnsanın içinde doğup büyüdüğü aile ya da toplum çevresinde ilk öğrendiği dil. // Anadili bilinci dili yabancı öğelere karşı savunur.”[1]

            Yukarıdaki tanım ve açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, “bir dilde konuşma, yazma, eğitim hakkı sorunu” anadil ile değil anadili ile ilgilidir. Bu yüzden de insanların sorunu, anadilde eğitim değil anadilinde eğitimdir.

                Son yıllarda anadilinde eğitim hakkı denince, usumuza Kürtçe geliyor doğallıkla. Çünkü bu can alıcı sorunu en çok Kürtler yaşıyor. Bir anadili olarak Kürtçenin çeşitli biçimlerde yasaklanmasının, dilbilim ve dilbilgisi kural ve ilkeleriyle açıklanması olanaksızdır. Bu yasaklamalar, olsa olsa, siyasal baskılarla, aşırı ulusçulukla, bir ulusu görmezden gelmekle açıklanabilir.

                Uğraş alanı dil olan kurum, dernek, fakülte, dergi, bilgin vb. tüzel ya da özel kişilere baktığımızda, Kürtçeye özgürlük konusunda yeterli çıkışları görmüyoruz. Bunun çeşitli nedenleri vardır; burada onları tartışmayacağız. Ancak bir neden var ki, bizce çok önemli: Türkçe de anadili olarak birçok sorunu çözmeye çalışıyor. Çünkü egemen güçlerin Kürtçe sorunu olmadığı gibi, Türkçe sorunu da yok [2]. Kendi anadiline saygısı olmayan işbirlikçi burjuvazi, başka ulusun anadiline mi saygı  duyacaktı?

            Osmanlılar Döneminden Önce

            “Çok eski çağlarda, Ortaasya’da büyük bir uygarlık kurmuş olan Türklerin işlenip gelişmiş bir dilleri bulunduğu, VIII. yüzyıldan kalan Orhun anıtlarından açıkça anlaşılmaktadır.” [3] Devletinin adında da “Türk” sözcüğü bulunan Göktürkler dönemindeki Türkçe, yabancı etkilerden oldukça uzaktır. (Çinli kızlarla evlenip Çince adlar alan Göktürk prenslerini ayrı tutalım.) Türkiye Türkçesinin temeli Göktürkçedir, denebilir. Dokuzuncu yüzyılda Göktürkçenin yerini Uygurca alır.[4] Göktürkçe ve Uygurcanın yazı dili olarak kullanıldığı dönem Eski Türkçe diye de adlandırılır.[5]

            XI. yüzyılda, ilk sözlük yazarımız Kaşgarlı Mahmut’un  -çoğu örnekleri Uygurca verdiği-  Divanü Lûgat-it Türk (:Türk Dilleri Sözlüğü) adlı yapıtı çok önemlidir.[6] Yazarın amacı, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça gibi varsıl bir dil olduğunu kanıtlamaktır. Çünkü Arapçayla tanışan çeşitli Türk boyları arasında, bir Arapça hayranlığıdır başlamıştı. Bunun bir nedeni de, yaşam biçimi gereği yazıyı pek önemsemeyen göçebe Türklerin, yerleşik uygarlığın bir sonucu olarak kuralları belirlenmiş Arapça karşısındaki şaşkınlıkları olsa gerek. (Bir neden de, Kur’an Arapça yazıldığı için, bu dilin kutsal sayılmasıdır.)

            Eski Türkçe Dönemi 12-13. yüzyıla dek sürer.[7]

            Bu dönemde önemli bir çıkış Karamanoğlu Mehmet Bey’den gelir: “Bugünden sonra divanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”  Tarih, 15 Mayıs 1277’dir.[8]

            Osmanlılar Döneminde

            Batıya göçen Türklerin diline Oğuz ya da Batı Lehçesi denir.[9] Artık, İslamlık benimsenmiştir. 13-15. yüzyıl Türkçesi  Eski Anadolu Türkçesi diye de adlandırılır.[10]

            1299’da kurulan devletin adı  -bir ulus adına değil kişi adına bağlı olarak-  Osmanlı Devletidir. 13. yüzyılda Fahrüddin Mübarekşah, Şecere-i Ensab adlı yapıtının önsözünde, Türkçenin  gösterişli ve iyi bir dil olduğunu belirtir; ama “Arapçadan sonra”  der.[11]

            Bu arada, Farsçanın inceliğine yakalananlar da vardır. Örneğin, 13. yüzyıl şairi Mevlana “Farsça-Türkçe karışık birkaç şiiri dışında bütün yapıtlarını Farsça”  yazar.[12] 15. yüzyılın Çağatay şairlerinden (ve devlet adamı) Ali Şîr Nevâi ise Muhakemet-ül- Lugâteyn adlı yapıtında, örneklerle, “Türkçenin Farsçadan daha varsıl bir dil olduğunu” kanıtlamaya çalışır.[13]

            14. yüzyıl şairlerinden Âşık Paşa da Türkçeye boşverildiğini “Türk diline kimsene bakmaz idi / Türklere hergiz gönül akmaz idi”[14] dizelerinde belirtir.

            Osmanlıca diye adlandırılan dönem, 15. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına dek sürer.[15] Osmanlı hayranı diyebileceğimiz Muharrem Ergin bile bu dönemin yazı dilini “Bu devre Türkçenin yabancı unsurlar tarafından tam mânâsiyle istilâ edildiği, Türkçeyi Arapça ve Farsça unsurların son haddine kadar sardığı devredir.”[16] diye değerlendirir.

            Bilindiği gibi, Osmanlıca, Arapça-Farsça-Türkçe karışımı bir dildir. Medreselerde bilim Arapçayla, sanat Farsçayla ya da Osmanlıcayla yapılıyordu. Yaklaşık altı yüzyıl süren Osmanlı Devleti yönetiminde Türkçeye hiçbir zaman önem verildiği görülemez. Egemen sınıf olan saray çevresi, kendini  -birçok yönden olduğu gibi-  dil yönünden de halktan ayırmıştır. Bu egemen çevreye göre, Türkçe “köylü dili”dir. Halkın büyük çoğunluğu okuma yazma olanağına kavuşamadığından (böylece Arapça-Farsçayı da öğrenmediğinden), Türkçe  -gerçekten de-  köylüler sayesinde bugünlere gelebilmiştir. Gerçi Türkçe bu arada az şey de yitirmemiştir. Eğer devlet, bilim ve sanat adamları Türkçeye önem verip onu geliştirseydiler, Türkçe bugün çok daha iyi bir noktada olacaktı; bu kesin.

            Osmanlı Devletinin son dönemine  -1860’lara, Tanzimat’a-  gelindiğinde, gerilemeden kurtulmanın yolları aranırken, halk anımsanır. Halk bilinçlendirilecektir, gazeteler çıkarılır. Peki, o gazeteleri o dille kaç kişi anlayacaktır? Halkın dilini kullanalım, derler; ama pek de başarılı oldukları söylenemez bu konuda. Bir de oldukça karanlık bir dönem vardır: İstibdat. 2. Abdülhamit yıldız, burun gibi sözcüklere bile takmaktadır. Kolaysa, halkı bilinçlendir!

            Türkçe açısından, 1900’deki en önemli olay, Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türkî’yi yayımlamasıdır. Bu yapıt, “Türkçenin ilk derli toplu sözlüğüdür”.[17]

            Türkçenin sanat dili olmasında en önemli atılımı ve başarıyı Ömer Seyfettin ve arkadaşları gerçekleştirir. Yıl 1911’dir ve elli yıla yakın bir hazırlık dönemi yaşanmıştır bu başarı için.

            Cumhuriyet Döneminde

            Bu dönemde, ülkelerin halksız kalkınamayacağı anlaşıldığından, halkın eğitimine önem verildiği görülür. Atatürk ve kadrosu, bilim ve uygarlık için Batı’ya yönelmek gerektiğini düşündüklerinden, işe, Latin Abecesini benimsemekle başlamışlar. Tarih, 3 Kasım 1928’dir.[18]

            Yazı Devrimi, Türkçenin anadili olarak eğitimde kullanılmasının önemli bir aşamasıdır. Çünkü ardından da Dil Devrimi gelir. “12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün buyruğuyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurularak dil devrimi başlatılır.”[19] Bir süre sonra cemiyetin adı “Türk Dil Kurumu” olur. Türk Dil Kurumu  -1982 Anayasası gereği-  1983’te devlet dairesine dönüştürülünceye dek önemli çalışmalar yapar. Türk yazı dilinin bugün varsıl dillerin ozan / yazarlarıyla boy ölçüşebilecek Nâzım Hikmetler, Yaşar Kemaller yetiştirebilmesi, Dil Devrimi’nin sonucudur.

            TDK etkisizleştirilince, dil aydınları 22 Nisan 1987’de Dil Derneği’ni kurdular.[20] “…derneğin amacı, ‘Türkçenin özleşmesini, bütün bilim, sanat, teknik kavramları karşılayacak yolda gelişmesini devrimci bir anlayışla, bilimsel yöntemleri uygulayarak sağlamaya çalışmak’tır.”[21] Derneğin amacına baktığımızda, bunu savunması gerekenlerin yalnızca dernek üyeleriyle sınırlı olmadığını görüyoruz. Anadilinde eğitim görmek isteyen her Türk’ü bağlar bu amaç.

            Anadili İzlenceleri

            Sorunumuz yalnızca anadilinde eğitim değildir. Bugün birçok okulda öğretim dili Türkçedir. Peki, böyledir de, bu okulları bitirenler gerçekten anadillerini iyice öğrenmişler midir? Yanıtımız olumlu olsaydı, ülkemiz bugünkü durumunda olmazdı. O zaman sorunumuzun bir de eğitim politikasıyla ilgili yönü vardır.

            Devletin bir eğitim politikası olmadığından yakınanlar vardır. Oysa durum böyle değildir; devletin bu konuda da bir politikası vardır ve devlet pek de ödün vermeden bu politikayı uygulamaktadır. 2842 Sayılı Kanun’da[22] ne yazarsa yazsın, eğitim giderek bilimsellikten uzaklaşmakta, dine ve tekli eğitime (karma eğitim karşıtı olarak) kaymaktadır. Yine yasaya karşın, eğitim giderek paralılaşmaktadır.

            Anadili eğitimini düzenleyen izlencelere baktığımızda, durum çelişkilidir. İlköğretim Türkçe müfredatını düzenleyen 2098 Sayılı Tebliğler Dergisi bilimsel yaklaşımlarla hazırlanmışken,[23] hiç de buna uymayan ders kitapları vardır.[24] Bunları salık veren, Bakanlığın kendisidir.

            Liselerin Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi ise 21.09.1957’de düzenlenen “Lise Müfredat Programı”yla 03.03.1992’ye dek yapılmıştır. Herkes, izlencenin eskidiğinden yakınırken, Köksal Toptan döneminde çıkarılan yeni müfredat “gideni arattı”. Birtakım yazarlar ve dernekler haklı tepkiler gösterdiler.[25]

            Şu anda yürürlükte olan Lise Türk Dili ve Edebiyatı müfredatı (ve buna göre yazılmış ders kitapları) ile anadili eğitimi yapmak olanaksızdır. Dili eskimiş bu kitaplarla (ve Bakanlığın bu tutumuyla) edebiyat tarihi öğretimi bile sağlıklı yapılamaz.

            Bakanlığın, “çağdaş yapıtlarla anadili öğretmek” gibi bir niyeti yoktur. Bizim özlemimiz ise, günümüz yazınına (:edebiyatına) da önemli yer ayıran, çağdaş, bilimsel, ilerici, özgürlükçü eğitim izlenceleridir.

    Not: Gülçiçek Günel Tekin, "Dilimiz Varlığımız, Dilimiz Kimliğimizdir" kitabının 101. sayfasında bu yazıyı anıp yazıdan alıntı yapmıştır.

                                                                                          (Eğitim ve Yaşam Sayı 4, Güz/1996)


[1] TDK, Dilbilim  ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü  (Ankara: 1980), s.20.

[2] "Yabancı Dilde Öğretim" konusunda Öğretmen Dünyası'nın 182. (Şubat 1995) sayısındaki özel dosyaya bakılabilir.

[3] Haydar Ediskun, Türk Dilbilgisi (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1985), s.21.

[4] Ediskun, 1985, Ön. ver., s.22.

[5] Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi (Beşinci Baskı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1980), s.13.

[6] Zeynep Korkmaz, “Kâşgarlı Mahmut ve Oğuz Türkçesi” Türk Dili, C.XXVII, S.253, 1 Ekim 1972, s.1.

[7] Ediskun, 1985, Ön. ver., s.13.

[8] Ediskun, 1985, Ön. ver., s.30.

[9] Ediskun, 1985, Ön. ver., s.21.

[10] Ergin, 1980, Ön. ver., s.17.

[11] Ediskun, 1985, Ön. ver., ss.27-28.

[12] Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, C.III, İstanbul: Cem Yayınevi, 1984, s.848.

[13] Ediskun, 1985, Ön. ver., s.28.

[14] Özkırımlı, 1984, Ön. ver., C.I, s.139.

[15] Ergin, 1980, Ön. ver., s.18.

[16] Ergin, 1980, Ön. ver., s.19.

[17] Şemseddin Sami, Temel Türkçe Sözlük (Sadeleştirilmiş ve Genişletilmiş Kâmus-ı Türki. İstanbul: Tercüman Genel Kültür Yayınları, 1991), s.XXVII.

[18] Sami N.Özerdim, Yazı Devriminin Öyküsü (Düzeltilmiş ikinci baskı, Ankara: TDK Yayınları, 1978), s.23.

[19] Özkırımlı, 1984, Ön. ver., C.II, s.378.

[20]  Şerafettin Turan, “Türkçeyi Koruma-Geliştirme Sorunu ve Dil Derneği” Çağdaş Türk Dili, S.63, Mayıs 1993, s.3.

[21] Sevgi Özel, “Türkçeyi Kirletenleri Açıklıyoruz!” Çağdaş Türk Dili, S.102/103, Ağustos/Eylül 1996, s.53.

[22] Fethi Bolayır, Milli Eğitim ile İlgili Mevzuat (Ankara: Okul Kitapları Ltd. Şti., 1986), ss.1-4.

[23] Beşir Göğüş, “Anadili Eğitim Programlarının Niteliği” Türk Dili, S.379/380, Temmuz/Ağustos 1983, ss.49-56.

[24] Ali Türkseven, “Türkçenin, Kitabı da Güzel Olmalı” Öğretmen Dünyası, S.178, Ekim 1994, ss.5-16.

[25] Osman Nuri Poyrazoğlu, Öğretmene Özel Külrengi Yazılar (Ankara: İlkyaz Kitaplığı, 1996), ss.104-112.

    Edebiyatçılar Derneği, “Lise Türk Dili ve Edebiyatı Müfredat Programının Edebiyat Bölümü Üstüne” Çağdaş Türk Dili, S.63, Mayıs 1993, ss.42-45.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  “de” Sözcüğü Sorunu Ali TÜRKSEVEN               Sorun Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne ol...