BİR TÜRKÇE DERS KİTABI YAZARININ ANLATIM BOZUKLUKLARI
Ali TÜRKSEVEN
Bu yazıda incelenen anlatım bozuklukları, Mehmet Ali Külekçi’nin yazdığı Türkçe kitaplarından seçilmiştir. *
6. Sınıf Türkçe Kitabından
“Yazım ve söz dizimi
yanlışı yapmadan sorulan sorulara cevap vermek” (s.17)
Sorulan sorulara sözü başa alınmalıdır; çünkü tümce bu biçimiyle “cevap vermenin yazım ve söz dizimi yanlışı yapmadan olacağı” anlamını vermiyor; “sorulan soruların yazım ve söz dizimi yanlışı yapmadan olacağı” anlamını veriyor.
“Metnin sade bir dili vardır, anlaşılmayan
kelimeler yoktur.” (s.17)
Anlaşılmayandan önce metinde dolaylı tümleci eklenmelidir.
“Bu şekilde tüm halkı ilgilendiren güncel
bir konuyu sohbet eder gibi içten, samimî bir anlatımla ve anlaşılır bir dille
ele alan yazılara sohbet adı
verilir.” (s.17)
İçten ile samimî anlamdaştır, biri gereksizdir.
“Elinizden ağır bir şey yere düştüğünde pat
diye, damlarken şıp şıp diye, su kaynarken fokur fokur diye ses çıkarır.”
(s.39)
Bu anlatıma göre “ağır bir şeyin damlarken şıp şıp diye ses çıkarması” gerekiyor. Su sözcüğü, damlarken sözcüğünden önce kullanılırsa sorun düzelir.
“Fiilin zaman ve kişi kavramı belirtecek
şekilde kullanılmış hâline fiil çekimi (çekimli
fiil) denir.” (s.134)
Burada fiil çekimi, anlatımı bozuyor (tanıma uymuyor). Tümcenin düzelmesi için fiil çekimi sözü çıkarılmalı, ayraçlar kaldırılmalıdır.
“Körpe, yanık, sağmak kelimelerinin anlamlarını araştırıp öğreniniz ve cümlede kullanınız.” (s.137)
Tümce bu biçimiyle “kelimelerin anlamlarını cümlede kullanınız” anlamını vermektedir; çünkü ikinci yargı başka bir nesne istemektedir ve bu nesne kullanılmadığından birinci yargının nesnesi ikinci yargı için de geçerli olur. Tümce, çeşitli biçimlerde, düzeltilebilir. Örnek: Körpe, yanık, sağmak kelimelerini, anlamlarını sözlükten araştırıp öğrenerek cümlede kullanınız.
“Dil bilgisinde kökleri ve ekleri ayırt
etmek için kısa çizgi kullanılır.
sev-gi; can-dan;
uyku-suz; sız-an…” (s.151)
Külekçi, buna benzer her yerde “ayırt etmek” sözünü “ayırmak” anlamında kullanarak yanlış yapıyor. “Ayırt etmek” “birkaç şeyi birbirinden ayıran niteliği anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek” anlamındadır.
“ ‘Yalnız bu sabah dili açıldı.’ cümlesinde
‘yalnız’ kelimesinin anlamdaşı ‘ancak’ kelimesidir.” (s.194)
Hayır, “ancak”ı “yalnız”ın yerine -burada- koyarsak tümcenin anlamı değişir. Eğer “Bu soruyu ancak sen yapabilirsin.” gibi bir tümce olsaydı yalnız ile ancak anlamdaş olabilirdi. Oysa yukarıdaki tümcede “yalnız”ın anlamdaşları “yalnızca, sade, sadece, bir tek” gibi sözcüklerdir.
7. Sınıf Türkçe Kitabından
“Sonbaharın görünümü bazı insanları
hüzünlendirir. Sizce bunun nedeni neler olabilir” (s.14)
Nedeni sözcüğü nedenleri olmalıdır; çünkü bir sonraki sözcük neler, “birden çok neden istendiği” anlamı vermektedir.
“Çizdiği tablodaki kazların rengini ne kadar
doğal yapmış!” (s.39)
Tablo çizilir mi? Üstelik de renkli!
“ ‘Bu yazı çok çirkin.’ ve ‘1932 yazında
onunla tanışmış.’ cümlelerinde geçen hangi kelimeler cinaslı kelimelerdir?”
(s.64)
Burada gereksiz yineleme var; cinaslı kelimelerdir sözü cinaslıdır olursa anlatım düzelir.
“Yukarıdaki cümlelerde altı çizili
kelimelerin görevleri belirtildi.” (s.101)
Bu tümcede görevleri sözcüğü kullanılmamalıydı; çünkü “şimdi” sözcüğünün “anlama eyleminin ne zaman oluştuğunu”, “dışarı” sözcüğünün “çıkma eyleminin yerini ve yönünü” belirtmesi “görev” değil, anlamdır.
“Ayhan hızla ve hışımla kapıyı çaldı.”
(s.107)
Kapı “hızlı hızlı” çalınabilir belki, hızla açılabilir; ama hızla çalınmaz.
“Fiil kök veya gövdelerinden türeyen
fiillere ‘koşturul-, bildir-, içiril-, geçiştiril-, gezin-, süzdür-, soruştur-
…’ fiilleri örnek verilebilir.” (s.114)
Bu tümcede üç fiil sözcüğü pürüz yaratıyor; hiç olmazsa fiilleri sözcüğü atılabilir ya da sözcüğü yapılabilir.
“ ‘Öğretil-’ fiilinin yapısı türemiştir.”
(s.121)
Türeyen, fiilin yapısı değil, “öğretil- fiili”dir.
“Okuduğunuz yazıda yazar, Türk milletinin
tarihî gelişmelerinde çok önemli bir rolü olan bir insanı, Atatürk’ü
tanıtmıştır.” (s.133)
Türk milletinin tarihî gelişmelerinde sözüyle Külekçi’nin ne anlatmak istediğini ben anlayamadım.
“Okuduğunuz özdeyişlerin yalın ve sade bir
ifadesi vardır.” (s151)
Yalın ile sade anlamdaştır, bu biçimde kullanılamaz.
8. Sınıf Türkçe Kitabından
“Amaç ‘eriştiğiniz bir güç’ kelimesini
belirtmekse, o kelimeler okunurken sesiniz yükselir.” (s.20)
Burada eriştiğiniz bir güç kelime değildir; bu nedenle kelime yerine “tamlama” ya da daha genel söz kullanılmalıdır.
“İlk romanlarında aşk konularını işlemiş,
kadın psikolojisi üzerinde durdu.” (s.35)
Bu sıralı tümcede
yüklem olan eylemlerin kipleri arasında uyumsuzluk vardır: işlemiş - durdu.
“Bu kelimeleri ayırt
etmek için, okunuşları uzun olan ünlüler üzerine uzatma göreviyle düzeltme
işareti kullanılır.” (s.79)
Üzerine sözcüğü üzerinde olmalıdır ya da kullanılır sözcüğü konur yapılmalıdır.
“Metinde, cumhuriyetin önceki yıllarından
bugüne gelen nesle ‘geçiş devresi nesli’ benzetmesi yapılıyor.” (s.112)
Bu tümcede cumhuriyetin önceki yıllarından sözü çok bulanık; “cumhuriyetin ilk yıllarından” mı, “cumhuriyetten önceki yıllardan” mı demektir? Sanırım, ikincisi… (Ayrıca geçiş devresi nesli benzetme falan değildir.)
“Atatürk: Özel, tekil, madde ismi” (s.129)
Özel ve tekil sıfatlarının belirtileni yok, burada takımlar yanlış birleştirilmiş. Doğrusu: Özel ve tekil isim, madde ismi.
“İstanbul’a döndükten sonra yolu,
genişletmek için yıktıklarını öğrendim.” (s.160, Test-2, 12. soru)
Yol yıkılır mı?
“Yazmadan önce kafa hazırlığı yapmak
gerekir.” (s.162, Test-2, 18. soru, D seçeneği)
Kafa hazırlığı yapmak sözü Türkçe mi? Sahi, ne biçim bir söz bu?
“Bu metin, hem göze hem kulağa hitap
etmektedir.” (s.172)
Külekçi, söz konusu metin tiyatro türünde olduğu için böyle diyor; ama yanlış yapıyor. “Bu metin sahnelendiğinde” demek istiyor belki de.
“Ayrıca bünyesinde şartlı yüklem taşıyan
cümleler de birleşik cümledir.” (s.184)
Cümlelerden söz ederken bünye değil de yapı sözcüğü daha uygun düşmez miydi? Ayrıca bu tümce daha açık, anlaşılır kurulabilir.
“Turizmin gelişmesinde halkın tavır ve
tutumları mı, devletin çalışmaları mı daha etkilidir?” (s.202)
Burada tavır ve tutum anlamdaştır, biri gereksizdir.
*
Herkes ders kitabı yazamaz, hele hele Türkçe ders kitabı… Öğretmenler de ders anlatırken, konuşurken dil yanlışları yapabilir; ama yazılı anlatımda dil yanlışı yapmak hoş görülecek bir durum değildir. Öğrencilere Türkçeyi öğretme savında olan kişilerin yapıtlarındaki bu tür sorunlar -doğal olarak- yazarına da kitabına da güvensizlik yaratır.
Hadi öğretmen, ders kitabı yazmaya heveslendi, ya bu kitabı kim(ler) onayladı?
(Çağdaş Türk Dili 200, Ekim 2004)
EŞANLAMLILIK VE TÜRKÇE
Berke Vardar yönetiminde hazırlanan Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü “eşanlamlılık”ı şöyle tanımlar: “İki ya da daha çok sayıda göstergenin aynı anlama gelme, ayrı gösterenlerin aynı gösterileni belirtme özelliği. (Ör. siyah ve kara birçok bağlamda eşanlamlılık gösteren sözcüklerdir.)//Eşanlamlılık çoğu kez salt nitelikli olmaktan uzaktır, bu nedenle özdeşlikten çok anlamca yakınlık belirtir. Çünkü aynı bağlamda hiçbir anlam ayırtısı getirmeden birbirinin yerini alabilecek sözcükler az sayıdadır.” [1]
Doğan Aksan’ın yargısı da bu görüşle koşuttur: “…genellikle yabancı kökenlilerle yerlilerin dilde kullanılışları sırasında -bunlar anlamca birbirine çok yaklaşmış bile olsa- kurdukları bağlantılar, bağdaştırdıkları öğeler açısından çoğunlukla ayrım vardır. (…) Türkçedeki ak ile dile yerleşen beyaz (Ar.) tam eşanlamlı sayılabilecekleri halde beyaz kâğıt, beyaz peynir, beyaz çimento tamlamaları yerine ak kâğıt, ak peynir, ak çimento tamlamaları genelleşmiş değildir.” [2]
Sorun
Türkçeye yüzyıllardır çok sayıda
yabancı sözcük girmiştir, bugün de giriş sürmektedir. TDK’nin sayısal
ortamdaki Türkçe Sözlük’ünde yer alan yüz bine yakın sözcüğün %35’i Arapça,
%15’i Farsça, %12’si öteki yabancı dillerdendir. Bu yabancı sözcüklerin pek
çoğu gereksinim ve zorunluluk sonucu değil, “özenti, bilinçsizlik, yabancı
hayranlığı, dinsel yanılgı…” gibi nedenlerle
Türkçenin sözvarlığında yer edinmiştir.
Türkçede karşılığı olan yabancı sözcüklerin Türkçeye “alınış”ı -doğal olarak- sorunlar yaratmıştır. Ödünç sözcüğün söylenişinin bozulması, anlamının değiştirilmesi belki de “ilk işlem”dir. Türkçenin kendi açısından ise şu ilginçlik ortaya çıkmaktadır: “Konuk sözcük”ün Türkçede anlamca karşılığı olduğu için, o da başka anlamlara bürünmekte, kimi kez Türkçe anlamdaşıyla yan yana, kimi kez de çeşitli kalıplar içinde kullanılarak kendine yer bulmaktadır. Bu, Türkçeyi de Türkçecileri de “sıkıştıran” bir durumdur. Taşıtlarda üç kişilik yere dört kişiyi sıkıştırarak sığdırmak gibi…
Örnekler
Eşanlamlı sözcükleri bir arada kullanmak, “anlatım bozuklukları”nın bir türüdür. 1992’den bu yana yazılarımda örnek verdiğim sözcükler şunlardı: dilbilgisi-gramer, kural-kaide, toplumsal-sosyal, bilim-ilim, tanım-tarif, daha-henüz, yetenek-kabiliyet, doğal olarak-tabii ki, karamsar-bedbin, incelemek-tetkik etmek, belirteç-zarf, bencil-egoist, uygarlık-medeniyet, çaba-gayret, olay-vaka, yanlış-hatalı, güç-kuvvet, tutku-ihtiras, mutluluk-saadet, sıradan-alelade, düzen-tertip, açık-net, kargaşa-anarşi, duyarlı-hassas, beğeni-zevk, kavuştak-nakarat, acı-ıstırap, yalın-sade, bildiri-beyanname, tutum-tavır.
Son sıralarda saptadığım bu tür kullanımları -bu kez- başka bir gözle inceleyelim.
Yabancı Eşanlamlıya Başka Anlam Yükleme
“Demek ki onca ilgi alaka yalanmış.” (Bir Dilim Aşk, Kanal D, 02.09.2004)
İkileme gibi kullanılan “ilgi alaka” kalıbında “alaka”ya “yakınlık” anlamı yükleniyor.
“Diji diji Digitürkler, mutlu mesut aileler” (TV, Digitürk reklamı)
Yine ikileme gibi kullanılan “mutlu mesut” kalıbında “mesut”a “keyifli, rahat, huzurlu”ya benzer bir anlam yükleme çabası var.
“Samimi, içten bir anlatımla geçmişine girip çıkıyor, okuru da soluk soluğa peşinden sürükleyerek.” (Gültekin Emre, Cumhuriyet Kitap, Sayı 759, s.14, 02.09.2004)
Burada “samimi” sözcüğü -belki- “sıcak” anlamında düşünülüyor.
“Çok açık ve net hatırlıyorum.” (Yabancı dizi, TV8, 05.09.2004)
“Yeni ölümlerin yaşanmaması, acıların artmaması için alınması gereken açık ve net tutum eksik.” (Saruhan Oluç, Birgün, s.4, 11.08.2004)
Bu örneklerdeki “net” sözcüğüne “kesin, belirgin, kuşkusuz” karışımı bir anlam yükleme çabası görülüyor.
“Sadelikle, yalınlıkla…” (Ferit İlsever, Ulusal Kanal, 12.08.2004)
“Sadelikle” sözcüğüne “gösterişsiz, doğal” gibi bir anlam yükleniyor.
“Kontrolsüz, denetimsiz, uçsuz bucaksız kıraç bir arazinin ortasından ilerleyen 450 kilometrelik bir yol.” (Mete Çubukçu,
Birgün, s.11, 11.08.2004)
“Kontrol”, “bir işin doğru ve yöntemine uygun olarak yapılıp yapılmadığını inceleme, denet, denetleme” demektir. Bu örnekte ise “kontrolsüz” sözcüğü -belki- “başıboş bırakılmış / yönetim boşluğu olan” anlamındadır.
“Sınavın ‘objektif ve nesnel’ ölçütlere göre yapıldığına ilişkin somut bir bilgi bulunmadığına işaret eden mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi.” (Fırat Bozok, Cumhuriyet, s.7, 12.08.2004)
“Objektif” sözcüğüne “yansız,
kayırmadan, ayrıcalıksız” karışımı bir anlam yükleme çabası var.
“Fakirlik, yoksulluk var.” (Saadettin Tantan, Ulusal Kanal, 24.05.2005)
Yoksulluğu kendi içinde bölümlere ayırma çabası var sanki. Biri öbüründen daha kötü durumdaymış gibi düşünülüyor belki.
“Her gelen, giderken en ayrıcalıklı imtiyazlarla ihya olarak gidermiş.” (Ümit Zileli, Cumhuriyet, s.17, 12.08.2004)
“İmtiyaz” sözcüğüne “üstünlük, haklar” karışımı bir anlam yükleniyor.
Sonuç
Bu tür kullanımların -kendine göre- bir açıklaması bulunabilir. Ancak, Türkçenin böylesi kullanımlara gereksinmesi var mıdır? Soruyu biraz daha genişleterek şöyle de sorabiliriz: Türkçenin -bu yazıda yer alanlara benzer- yabancı sözcüklere gereksinmesi var mıdır?
Kimilerinin bu soruya yanıtı “evet” olduğu için şöyle yazıyorlar: “Asırların tecrübeleriyle anlam derinlikleri ve nüanslar kazanmış kavramları ve kelimeleri katlettik; renksiz, ruhsuz ‘tilcikler’ uydurduk. (…) Ondan sonra da şaşıyoruz: Lise çağındaki Avrupalı çocuklar şu kadar bin kelime ile, bizimkiler şu kadar yüz kelime ile konuşuyor diye!” [3] Yazarın birinci yargısındaki “terane”lere -binlerce yanıt verildiği için- değinmeye gerek yok; ama ikinci yargısını deşelim:
Sözcük dağarcığı konusunda birileri atıp tutuyorlar, kamuoyunu yanıltıyorlar. “Gençlerin üç-beş yüz sözcükle konuştuğu” savını ele alalım. Yalnızca gençler değil, yetişkinler de (yalnızca Türkiye’de değil, yeryüzünün bütün toplumlarında) günlük yaşamlarını sürdürürken bu sayıda sözcükle yetinirler. Eğitim, bilim, sanat, teknoloji vb. konularla ilgilenmeye başladığımızda bu sayı artmaya başlar. Doğan Aksan’ın Verlee’den aktardığına göre “basit kimseler 2000’den biraz çok, eğitim görmüşler ise en çok 4-5000 dolayında sözcük kullanıyor”. [4]
“Gençlerimizin Avrupalı yaşıtlarından geri olduğu” savı ne ölçüde doğrudur bilemiyorum; ama bu konu “dil” ile ilgili de değildir sınırlı da… Dün 12 Eylül Faşizmini yaratan ve destekleyenlerin bugün ağız ve kalemlerindeki salyaları gençliğe sıçratmaya hakları yoktur. Yirmi beş yıldır yaşıtlarını ve büyüklerini asarak, ezerek, susturarak, coplayarak, aşağılayarak sindirmeye çalıştığınız -yapıtınız- gençliği şimdi beğenmiyorsunuz. Ayrıca tüm gençlik, hiç de böylelerinin sandığı gibi geride ve düzeysiz değildir. Yarını kuracak bugünün aydın gençliğini tarih görecek ve yazacaktır.
Bu başlığın birinci bölümcesindeki soruma ise benim yanıtım şu: Türkçenin yabancı sözcüklere gereksinmesi yoktur; çünkü bilgisayarda yapılan hesaplamalara göre Türkçe kök ve eklerle bir milyonun üzerinde sözcük yapma olanak ve olasılığımız vardır. Ne diye yabancı sözcükleri, olduğu gibi alarak ya da onlara yeni anlamlar yükleyerek dilimizi öğrenilemez duruma sokalım? Yeni sözcüklere yeni anlamlar yüklemek varken…
(Çağdaş Türk Dili 208, Haziran 2005)
* Mehmet Ali KÜLEKÇİ, İlköğretim Türkçe Ders Kitabı 6, Dörtel Yayıncılık, Ankara, 1999.
Mehmet Ali KÜLEKÇİ, İlköğretim Türkçe Ders Kitabı 7, Dörtel Yayıncılık, Ankara, 1999.
Mehmet Ali KÜLEKÇİ, İlköğretim Türkçe Ders Kitabı 8, Dörtel Yayıncılık, Ankara, 1999.
[1] TDK, Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü (Birinci Baskı. Ankara: 1980), ss. 76-77.
[2] Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim 3 (Birinci Baskı. Ankara: TDK Yayınları, 1982), s.193.
[3] Taha Akyol, “Türkçe, Türkiye, Azerbaycan”, Milliyet gazetesi, 22.01.2005, s.13.
[4] Aksan, 1982, Ön.ver., s.21.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder