18 Kasım 2021 Perşembe

 

EŞANLAMLILIK VE TÜRKÇE

Ali TÜRKSEVEN

            Berke Vardar yönetiminde hazırlanan Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü “eşanlamlılık”ı şöyle tanımlar: “İki ya da daha çok sayıda göstergenin aynı anlama gelme, ayrı gösterenlerin aynı gösterileni belirtme özelliği. (Ör. siyah ve kara birçok bağlamda eşanlamlılık gösteren sözcüklerdir.)//Eşanlamlılık çoğu kez salt nitelikli olmaktan uzaktır, bu nedenle özdeşlikten çok anlamca yakınlık belirtir. Çünkü aynı bağlamda hiçbir anlam ayırtısı getirmeden birbirinin yerini alabilecek sözcükler az sayıdadır.” [1]

            Doğan Aksan’ın yargısı da bu görüşle koşuttur: “…genellikle yabancı kökenlilerle yerlilerin dilde kullanılışları sırasında  -bunlar anlamca birbirine çok yaklaşmış bile olsa- kurdukları bağlantılar, bağdaştırdıkları öğeler açısından çoğunlukla ayrım vardır. (…) Türkçedeki ak ile dile yerleşen beyaz (Ar.) tam eşanlamlı sayılabilecekleri halde beyaz kâğıt, beyaz peynir, beyaz çimento tamlamaları yerine ak kâğıt, ak peynir, ak çimento tamlamaları genelleşmiş değildir.” [2]

             Sorun

             Türkçeye yüzyıllardır çok sayıda yabancı sözcük girmiştir, bugün de  giriş sürmektedir. TDK’nin sayısal ortamdaki Türkçe Sözlük’ünde yer alan yüz bine yakın sözcüğün %35’i Arapça, %15’i Farsça, %12’si öteki yabancı dillerdendir. Bu yabancı sözcüklerin pek çoğu gereksinim ve zorunluluk sonucu değil, “özenti, bilinçsizlik, yabancı hayranlığı, dinsel yanılgı…” gibi nedenlerle  Türkçenin sözvarlığında yer edinmiştir.

              Türkçede karşılığı olan yabancı sözcüklerin Türkçeye “alınış”ı  -doğal olarak- sorunlar yaratmıştır. Ödünç sözcüğün söylenişinin bozulması, anlamının değiştirilmesi belki de “ilk işlem”dir. Türkçenin  kendi açısından ise şu ilginçlik ortaya çıkmaktadır: “Konuk sözcük”ün Türkçede anlamca karşılığı olduğu için, o da başka anlamlara bürünmekte, kimi kez Türkçe anlamdaşıyla yan yana, kimi kez de çeşitli kalıplar içinde kullanılarak kendine yer bulmaktadır. Bu, Türkçeyi de Türkçecileri de “sıkıştıran” bir durumdur. Taşıtlarda üç kişilik yere dört kişiyi sıkıştırarak sığdırmak gibi…

                Örnekler

                Eşanlamlı sözcükleri bir arada kullanmak, “anlatım bozuklukları”nın bir türüdür. 1992’den bu yana yazılarımda örnek verdiğim sözcükler şunlardı: dilbilgisi-gramer, kural-kaide, toplumsal-sosyal, bilim-ilim, tanım-tarif, daha-henüz, yetenek-kabiliyet, doğal olarak-tabii ki, karamsar-bedbin, incelemek-tetkik etmek, belirteç-zarf, bencil-egoist, uygarlık-medeniyet, çaba-gayret, olay-vaka, yanlış-hatalı, güç-kuvvet, tutku-ihtiras, mutluluk-saadet, sıradan-alelade, düzen-tertip, açık-net, kargaşa-anarşi, duyarlı-hassas, beğeni-zevk, kavuştak-nakarat, acı-ıstırap, yalın-sade, bildiri-beyanname, tutum-tavır.

            Son sıralarda saptadığım bu tür kullanımları -bu kez-  başka bir gözle inceleyelim.

            Yabancı Eşanlamlıya Başka Anlam Yükleme

            Demek ki onca ilgi alaka yalanmış.” (Bir Dilim Aşk, Kanal D, 02.09.2004)                       

            İkileme gibi kullanılan “ilgi alaka” kalıbında “alaka”ya “yakınlık” anlamı yükleniyor.                 

            Diji diji Digitürkler, mutlu mesut aileler” (TV, Digitürk reklamı)

            Yine ikileme gibi kullanılan “mutlu mesut” kalıbında “mesut”a “keyifli, rahat, huzurlu”ya benzer bir anlam yükleme çabası var.                                                 

             Samimi, içten bir anlatımla geçmişine girip çıkıyor, okuru da soluk soluğa peşinden sürükleyerek.” (Gültekin Emre, Cumhuriyet Kitap, Sayı 759, s.14, 02.09.2004)

              Burada “samimi” sözcüğü -belki-  “sıcak” anlamında düşünülüyor.

              “Çok açık ve net hatırlıyorum.” (Yabancı dizi, TV8, 05.09.2004)

              “Yeni ölümlerin yaşanmaması, acıların artmaması için alınması gereken açık ve net tutum eksik.” (Saruhan Oluç, Birgün, s.4, 11.08.2004)

              Bu örneklerdeki “net” sözcüğüne “kesin, belirgin, kuşkusuz” karışımı bir anlam yükleme çabası görülüyor.

               “Sadelikle, yalınlıkla…” (Ferit İlsever, Ulusal Kanal, 12.08.2004)

               “Sadelikle” sözcüğüne “gösterişsiz, doğal” gibi bir anlam yükleniyor. 

                Kontrolsüz,  denetimsiz, uçsuz bucaksız kıraç bir arazinin ortasından ilerleyen 450 kilometrelik bir yol.” (Mete Çubukçu, Birgün, s.11, 11.08.2004)

                “Kontrol”, “bir işin doğru ve yöntemine uygun olarak yapılıp yapılmadığını inceleme, denet, denetleme”  demektir. Bu örnekte ise “kontrolsüz” sözcüğü -belki-  “başıboş bırakılmış / yönetim boşluğu olan” anlamındadır.

                “Sınavın ‘objektif ve nesnel’ ölçütlere göre yapıldığına ilişkin somut bir bilgi bulunmadığına işaret eden mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi.” (Fırat Bozok, Cumhuriyet, s.7, 12.08.2004)        

                “Objektif” sözcüğüne “yansız, kayırmadan, ayrıcalıksız” karışımı bir anlam yükleme çabası var.

                Fakirlik, yoksulluk var.” (Saadettin Tantan, Ulusal Kanal, 24.05.2005) 

                Yoksulluğu kendi içinde bölümlere ayırma çabası var sanki. Biri öbüründen daha kötü durumdaymış gibi düşünülüyor belki.

                Her gelen, giderken en ayrıcalıklı imtiyazlarla ihya olarak  gidermiş.”  (Ümit Zileli, Cumhuriyet, s.17, 12.08.2004)

                “İmtiyaz” sözcüğüne “üstünlük, haklar” karışımı bir anlam yükleniyor.                                     

                Sonuç                                                                                  

                Bu tür kullanımların -kendine göre- bir açıklaması bulunabilir. Ancak, Türkçenin böylesi kullanımlara gereksinmesi var mıdır? Soruyu biraz daha genişleterek şöyle de sorabiliriz: Türkçenin    -bu yazıda yer alanlara benzer- yabancı sözcüklere gereksinmesi var mıdır?

                Kimilerinin bu soruya yanıtı “evet” olduğu için şöyle yazıyorlar: “Asırların tecrübeleriyle anlam derinlikleri ve nüanslar kazanmış kavramları ve kelimeleri katlettik; renksiz, ruhsuz ‘tilcikler’ uydurduk. (…) Ondan sonra da şaşıyoruz: Lise çağındaki Avrupalı çocuklar şu kadar bin kelime ile, bizimkiler şu kadar yüz kelime ile konuşuyor diye!” [3] Yazarın birinci yargısındaki “terane”lere -binlerce yanıt verildiği için- değinmeye gerek yok; ama ikinci yargısını deşelim:      

                Sözcük dağarcığı konusunda birileri atıp tutuyorlar, kamuoyunu yanıltıyorlar. “Gençlerin üç-beş yüz sözcükle konuştuğu” savını ele alalım. Yalnızca gençler değil, yetişkinler de (yalnızca Türkiye’de değil, yeryüzünün bütün toplumlarında) günlük yaşamlarını sürdürürken bu sayıda sözcükle yetinirler. Eğitim, bilim, sanat, teknoloji vb. konularla ilgilenmeye başladığımızda bu sayı artmaya başlar. Doğan Aksan’ın Verlee’den aktardığına göre “basit kimseler 2000’den biraz çok, eğitim görmüşler ise en çok 4-5000 dolayında sözcük kullanıyor”. [4]

                “Gençlerimizin Avrupalı yaşıtlarından geri olduğu” savı ne ölçüde doğrudur bilemiyorum; ama bu konu “dil” ile ilgili de değildir sınırlı da… Dün 12 Eylül Faşizmini yaratan ve destekleyenlerin bugün ağız ve kalemlerindeki salyaları gençliğe sıçratmaya hakları yoktur. Yirmi beş yıldır yaşıtlarını ve büyüklerini asarak, ezerek, susturarak, coplayarak, aşağılayarak sindirmeye çalıştığınız  -yapıtınız- gençliği şimdi beğenmiyorsunuz. Ayrıca tüm gençlik, hiç de böylelerinin sandığı gibi geride ve düzeysiz değildir. Yarını kuracak bugünün aydın gençliğini tarih görecek ve yazacaktır.

                Bu başlığın birinci bölümcesindeki soruma ise benim yanıtım şu: Türkçenin yabancı sözcüklere gereksinmesi yoktur; çünkü bilgisayarda yapılan hesaplamalara göre Türkçe kök ve eklerle bir milyonun üzerinde sözcük yapma olanak ve olasılığımız vardır. Ne diye yabancı sözcükleri, olduğu gibi alarak  ya da onlara yeni anlamlar yükleyerek dilimizi öğrenilemez duruma sokalım? Yeni sözcüklere yeni anlamlar yüklemek varken…        

   (Çağdaş Türk Dili 208, Haziran 2005)

                                                             

                                                                                 

 

 



[1] TDK, Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü (Birinci Baskı. Ankara: 1980), ss. 76-77.

[2] Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim 3 (Birinci Baskı. Ankara: TDK Yayınları, 1982), s.193.

[3] Taha Akyol, “Türkçe, Türkiye, Azerbaycan”, Milliyet gazetesi, 22.01.2005, s.13.

[4]  Aksan, 1982, Ön.ver., s.21.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  “de” Sözcüğü Sorunu Ali TÜRKSEVEN               Sorun Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne ol...