18 Kasım 2021 Perşembe


 

HİKÂYE : ÖYKÜ

Ali TÜRKSEVEN

            Kıyı dergisinin 213. (Mart-Nisan 2010) sayısında Gülseren Engin’in  “Hikâye mi Öykü mü?” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Başlığa bakınca “Öykü sözcüğü hikâyeyi karşılar mı?” bağlamında bir tartışma yazısı sanmıştım; ama öyle değilmiş.

            Engin “Sevgili Genç Yazar Arkadaşım,” seslenişiyle başladığı, son bölümcesinde öğütler verdiği yazısının giriş bölümünde “Yazdıklarımız, okuduklarımız hikâye mi, öykü mü? Bu kafa karışıklığının başlıca nedeni sözlüklerdeki tanımlamalar.” diyor. Engin’in (kendisinin de belirttiği gibi) kafası gerçekten karışık. Bu kafa karışıklığını kendine saklasaydı önemli değildi; ama o bir de bu konuda bilgiçlik taslıyor.

            Öykünün (hikâyenin) tanımı konusunda karışıklık yok. Kaynaklar ağız birliği etmişçesine benzer şeyleri söylüyor.* Tanımlarda “gerçeğe uygunluk”, “yaşanmış ya da yaşanabilir olma”, “gerçeğimsi”, “olay anlatma”, “durum”, “an”, “kısa an”, “izlenim”, “düş”, “kısa yazı” gibi kavramların kullanıldığı görülüyor. Feyza Hepçilingirler de “Öykü Ne, Hikâye Ne?” (İmge Öyküler, 1.Sayı, Şubat-Mart 2005, s.75-76) başlıklı yazısına öykünün tanımıyla başlar ve şöyle der: “Ne çok tanımı yapılabilir öykünün, diye düşünüyordum; oysa her yerde birkaç küçük değişiklikle hep aynı tanımla karşılaştım.” Sonra “Çok dıştan, en dıştan bakarsak öykü böyle görünebilir; ama her uğraş gibi, içine girdikçe dallanır, çeşitlenir öykü alanı da.” der ve Atilla Özkırımlı’nın şu yargısına katılır: “Öykünün belli bir tanımını yapmaktansa anlatı türü olarak gelişimini özetlemek, öyküyle roman arasındaki ayrımlar ve benzerlikler üzerinde durmak daha doğrudur.” (Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, 3.Cilt, s.634-643)

            Hepçilingirler, nerede “öykü”, nerede “hikâye” terimini kullanmak gerektiği konusunda Özkırımlı’nın “geçmişteki örnekler için hikâye, çağdaş örnekler için öykü terimi”ni seçmesini mantıklı bulur ve “halk öyküleri, Dede Korkut Öyküleri” öbeklerinde “öykü” sözcüğünün “yapıştırma gibi olduğu”nu söyler. Özkırımlı ve Hepçilingirler’in kaygısında “Maupassant miladı”nın olduğu görülüyor: M.Ö.(Maupassant’dan Önce) “hikâye”, M.S.(Maupassant’dan Sonra) “öykü”! Bu ayrımın gereksiz -belki de yapay- olduğu kanısındayım. “Öykü” sözcüğümüz olmasaydı, (Arapça) “hikâye” sözcüğünü “Dede Korkut Hikâyeleri”, “halk hikâyeleri” söyleyişlerinde olduğu gibi, “Sait Faik’in hikâyeleri” öbeğinde de kullanıyor olacaktık; bu, bir sorun yaratmayacaktı (yaratmıyor da). Bu duruma tersinden bakalım: Arapçadan “hikâye” sözcüğünü almamış olsaydık, “öykü” sözcüğümüz “Dede Korkut Öyküleri”, “Kerem ile Aslı Öyküsü” öbeklerinde geçtiği için “Sait Faik’in Dülgerbalığının Ölümü Öyküsü” demeyecek, onunkileri için yeni bir terim mi arayacaktık? Yoksa “Öykü türü zaman içinde değişti.” yargısını mı çıkaracaktık? Ben ikincisinden yanayım. Evrendeki her şey gibi öykü de değişiyor. Günümüzdeki tekerlek nasıl “Ay’ın altında dönen ilk tekerlek” değilse, günümüz öyküsü de Maupassant dönemindeki gibi değildir. Bu, başka türlerde de böyledir: Deneme Montaigne’in başlattığı yerde mi durmaktadır? Romanlar hep Don Kişot’a mı benzemektedir? Ya şiir?

            Gerçekte -bilerek ya da bilmeyerek- konuyu ister “Türk hikâyeciliği” isterse “Türk öykücülüğü” diye alsınlar, herkes “bu tür”ün geçmişine baktığında Kerem ile Aslı’ya, Dede Korkut’a uzanmaktadır. Dolayısıyla “öykü” ile “hikâye”, “öykücülük” ile “hikâyecilik” anlamdaş olarak kullanılmaktadır.

            Engin’in kafasını karıştıran şeylerin bir bölümü belki bu tartışmalarla ilgilidir, bunu bilemiyorum; ama “Hikâye bir olayı başından sonuna ve gerçeklere bağlı kalarak anlatır; ama öykü olaydaki sorun an’ını yakalar ve yazarın yarattığı öyküsel gerçeklikle bize sunar.” yargısı, onun “öyküleme” ile “öykü”yü karıştırdığını gösteriyor. Onun burada “hikâye” diye anlattığı şey “anı (hatıra)” ya da “tarih yazısı” olabilir. Anı, masal, fabl, roman, öykü, tarih yazısı vb. türlerde öyküleme yapılabilir; öyküleme bir tekniktir. (Bunu YGS’ye hazırlanan, hatta SBS’ye hazırlanan öğrenciler bilir.) “Öyküleme (Arapçası tahkiye: hikâye etme)”, olay anlatımıdır.

            Gülseren Engin, keşke yazısının bir yerinde adını vererek alıntı yaptığı Emin Özdemir’in  (adını vermediği yapıtı) Yazı ve Yazınsal Türler’i daha bir özenle okusaydı. Yine keşke Özdemir’in bu yapıtının 197.sayfasındaki Bekir Yıldız’ın Bedrana öyküsüyle ilgili alıntıyı da buradan yaptığını belirtseydi.

            Genç yazarlar bunları biliyordur; ama ben -Emin Özdemir’den- özetleyeyim (karıştıranların da işine yarayabilir): Öykü (hikâye) türleri ikiye ayrılır: olay öyküsü, durum ve kesit öyküsü. Olay öyküsünün kurucusu Fransız yazar Guy de Maupassant’dır. Bizde Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Sabahattin Ali, Orhan Kemal’in öyküleri bu türdedir. Durum ve kesit öyküsünün kurucusu Rus yazar Anton Çehov’dur. Bizde Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal, Oktay Akbal’ın öyküleri de bu türdedir. (G.Engin’in yer yer de “olay öyküsü”ne “hikâye”, “durum-kesit öyküsü”ne de “öykü” dediği seziliyor.)

_____________________

*Rauf Mutluay’ın 100 Soruda Edebiyat Bilgileri yapıtı, bu konudaki en doyurucu kaynaklardan biridir. Mutluay “hikâye” ile “roman”ı karşılaştırırken “hikâye” için şu çok önemli saptamaları yapar: (Hikâye) “olayların nedenini aramadan, bir izlenimin etkisine yönelir”, “insan ve toplum yaşantısının en önemli, en etkili, en anlamlı ‘an’larına bakar”, “her zaman biraz ‘tekil’dir; ya yaşayanın ya anlatanın bilincinde oluşan bireysel bir izlenim olarak güç kazanır”, “her zaman biraz ‘bence’ diye nitelenebilecek öznelliğe sıkışır”,  “insan hayatından ‘seçilmiş’ anların parça parça anlatımıdır”, “tek boyutlu”dur. (s.305-306)

 

(Çağdaş Türk Dili 280, Haziran 2011)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  “de” Sözcüğü Sorunu Ali TÜRKSEVEN               Sorun Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne ol...