18 Kasım 2021 Perşembe

 

EDEBİYAT KİTAPLARINDAKİ YANLIŞLAR

Ali TÜRKSEVEN

Giriş: Anadili Dersi ve Öğretim İzlenceleri

Anadili eğitim-öğretimi evde başlar; ancak bu, bilimsel yöntemlerle yapılmaz. Bilimsel yöntemlerle anadili eğitim-öğretiminin yeri -genellikle- okullar­dır.

Türkiye'de ilköğretimde Türkçe, ortaöğretimde Türk Dili ve Edebiyatı derslerinde söz konusu eğitim-öğretim verilir. Gelişmiş ülkelerin "anadili dersi saatleri" ile karşılaştırıldığında, Türkiye'nin - bu konuda- onlardan geri olmadığı söylenebilir.

Bu ders(ler)in en önemli amaçları arasında Türk dilini öğretmek ve okuma zevk ve alışkanlığı kazan­dırmak da vardır. Peki, ülkemizdeki eğitimin bu amaçlara ulaşma başarısı ne olabilir? Öyle uzun boylu bilimsel araştırmaların sonuçlarına bakmaya gerek yok. Çevremize bakalım yeter... Hemen her görüşten kişiler, bu konudaki başarısızlığımızda birleşeceklerdir.

Peki, bu başarısızlığın kaynakları nelerdir? Doğallıkla pek çok etken sıralanacaktır: Eğitim poli­tikaları, eğitime ayrılan ödenekler, öğretmen yetiş­tirmedeki sorunlar, okul sorunu, öğretmen sorunu, kitapların pahalılığı, kitap yasaklamalar -toplamalar, ailenin ekonomik ve kültürel yapısı, öğrencinin zekâ düzeyi... vb.

Ortaöğretimdeki başarısızlığımızın en önemli nedeni -bizce- öğretim izlencesi (: programı)dir. Köksal Toptan'ın bakanlığı döneminde hazırlanan "Türk Dili ve Edebiyatı öğretim programı" 17.9.1992'de onaylanmış. Karar sayısı 293, tarihi 18.9.1992. Tebliğler Dergisi'nin 2370. sayısında yayımlanmış. Daha sonra -yine Toptan döneminde- izlencede birtakım değişikler-düzenlemeler yapılmış. Tarih: 26 Nisan 1993, Tebliğler Dergisi: 2381. Daha da sonra -yine bu bakan döneminde- programa ilâveler yapılmış. Bakan değişmiş. Sonraki bakan Nahit Menteşe de programa bir ilâve daha yapmış, Coşkun Ertepınar'ı manzum eserlerinden faydalanılacak şahsiyetler arasına katmış. (Bu kararda, umarım, Ertepınar'ın Ankara'da "Coşkun Ertepınar İlköğretim Okulu"nu yaptırmasının payı yoktur.) Karar sayısı 415, tarihi 6.9.1993. Tebliğler Dergisi'nin 2393. sayısında duyurulmuş.

Değişikler ve eklemeler yapılmış da, izlence daha mı iyi olmuş? Hayır. Yalnızca, birtakım yanlışlarını düzeltmişler, unuttukları birtakım yazar ve ozanları eklemişler. O kadar...

Program çok mu kötü? Evet, çok kötü. Neden mi? Eski programdan daha da geri de, ondan. Çağdışı tutum ve yaklaşımları da cabası.

Eski program dediğimiz, Bakan Tevfik İleri döneminde 7 Ekim 1957'de hazırlanan izlencedir

(976 Sayılı Tebliğler Dergisi). Ülkemizde uzun yıllar uygulandı. Şu anda yürürlükte olan program -büyük ölçüde- ona dayanıyor.

Ancak 1957'de hazırlanan izlencenin özgürlükçü bir yanı da vardı. Şöyle deniyordu: "Okuma progra­mına, edebiyatımızın belli başlı devrelerini ve bölümlerini temsil eden şahsiyetlerden bir kısmının adları alınmıştır, öğretmen, gerek bunlardan, gerek programda adları belirtilmemiş bulunan mühim şahsiyetlerden bizzat seçeceği metinleri, zamanının müsaadesi nisbetinde, okutacaktır." Daha sonra “Ders Konulan, I. Sınıf” bölümünde birtakım adlar sayıldıktan sonra "b) XX. yüzyıl edebiyatımızdan seçilmiş başka örnekler"e izin veriliyordu. (Benzer durum öbür sınıflar için de geçerliydi.) Bu tür yakla­şımlara dayanarak ders kitabı yazarı da, öğretmen de -izlencede adı geçmeyen- Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Ahmed Arif, Ataol Behramoğlu... ve benzerlerinden örnekler verebilirdi. (Bu durum Batı edebiyatı için de geçer­liydi.)

Şimdiki izlence ise âyet gibi. Kendisinden bir harf bile dışarı çıkılmasına izin vermiyor. Kitap yazarının da, öğretmenin de elini kolunu bağlıyor. Programın yapıcısı da, bekçisi de Talim ve Terbiye Kurulu; ama nedense, gericiliğe hoşgörüyle bakan bu Kurul, ilericiliğe hiç geçit vermiyor. Göz bile açtır­mıyor. Müfredat dışı dedi mi, iş bitiyor.

Elimizdeki izlence, yapıldığından bu yana çeşitli kişi ve kurumlarca, öğretmenlerce eleştirildi. İzlenceyi sıcağı sıcağına eleştirenlerden biri Osman Nuri Poyrazoğlu'ydu. "Evlere Şenlik" Bir İzlence başlıklı yazısı Kasım 1992'de Öğretmen Dünyası'nda yayımlandı. Edebiyatçılar Derneği Mart 1993'te bu izlencenin edebiyat bölümünü eleştiren bir raporu kamuoyuna sundu. Bu konudaki en son yazı, Liselerde Yazın Öğretimi başlığı ve İsmail Erten imzasıyla Çağdaş Türk Dili'nin Ağustos 1998 sayısında yayımlandı.

Eleştiriler, eleştiriler... Peki, gerici-dinci kesim ne yaptı? Tık yok... Onların da rahatsızlıkları vardır belki Tevfik Fikret'ten, Orhan Kemal'den, Yaşar Kemal'den. "Yahu, bunlara ne gerek vardı?" demiş­lerdir belki de. Gerçekte bu birkaç ad da durumu idare etmek için, Karagöz'deki göstermelik niyetine... Nâzım'dansa Orhan Veli'yi almak, Nihat Atsız'ı koyabilmek için Yaşar Kemal'e katlanmak gereki­yordu.

Söz konusu izlence için, andığımız yazılardaki tüm görüş ve önerilere katılıyoruz. Biz; bu izlenceye göre ne tür kitaplar yazılmış? Önemli yanlışlar, eksikler, çelişkiler, bilimdışı tutumlar var mı? Gençlerimiz ne tür kitaplarla karşı karşıya gibi sorularla araştırmaya başladık. Gördük ki, yazmaya değer çok şey var. Dizgi ve yazım yanlışlarını geçtik. Konumuz bu değildi. Metin seçimini incele­medik. Talim ve Terbiye Kurulu, seçkin eserler olsun demiş; millî kültürümüz, örf ve âdetlerimiz ve millî menfaatlerimiz demiş ve din adamlarıyla, eskilerle doldurmuş programı. Kitap yazarlarının "oyun alanı"nı iyice daraltmış. Koymuşsun Nihat Atsız'ı, Erzurumlu İbrahim Hakkı'yı, Aziz Mahmut Hüdaî'yi; yazar nesini seçsin?..

Sonuçta incelememizi şu başlıklar altında topladık: Yanlı ve Gerici Yorumlar; Bilimsel Yanlışlar, Doğruluğu Kuşkulu Bilgiler, Eksiklikler; Çelişkiler. ("Dil Yanlışları" da bizce önemliydi; bunları da saptadık ve başka bir yazımızla göstere­ceğiz.)

***

Ağustos 1998'de yayımlanan 2491 Sayılı Tebliğler Dergisi'nde duyurulan Edebiyat kitaplarından bu yazıda incelenenler şunlardır:

Nurer UĞURLU, Edebiyat-2, Örgün Yayınları, İstanbul, 1996.

Nurer UĞURLU, Edebiyat-3, Örgün Yayınları, İstanbul, 1996.

Prof. Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Kâzım YETİŞ, Doç. Dr. Necati BİRİNCİ, Edebiyat-1, Bayrak Basım/Yayım/Tanıtım, İstanbul, 1995.

Prof. Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Kâzım YETİŞ, Doç. Dr. Necati BİRİNCİ, Edebiyat-2, Bayrak Basım/Yayım/Tanıtım, İstanbul, 1995.

Prof. Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Kâzım YETİŞ, Doç. Dr. Necati BİRİNCİ, Edebiyat-3, Bayrak Basım/Yayım/Tanıtım, İstanbul, 1996.

Prof. Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Kâzım YETİŞ, Doç. Dr. Necati BİRİNCİ, Edebiyat-4, Bayrak Basım/Yayım/Tanıtım, İstanbul, 1996.

Muhittin KÜÇÜK, Aziz KILINÇ, Musa ŞENOL, Ali AVCI, Edebiyat-1, Sürat Yayınları, İstanbul, 1996.

Muhittin KÜÇÜK, Aziz KILINÇ, Musa ŞENOL, Ali AVCI, Edebiyat-3, Sürat Yayınları, İstanbul, ?

Muhittin KÜÇÜK, Aziz KILINÇ, Musa ŞENOL, Ali AVCI, Edebiyat-4, Sürat Yayınları, İstanbul, ?

Mustafa ALAN, Hilmi KURTOĞLU, Edebiyat-2, Oran Yayıncılık ve San. Ltd. Şti., İzmir, 1996.

Mustafa ALAN, Hilmi KURTOĞLU, Edebiyat-4, Oran Yayıncılık ve San. Ltd. Şti., İzmir, 1996.

Prof. Dr. Sadık K. TURAL, Prof. Dr. Şerif AKTAŞ, Öğr. İdris KARAKUŞ, Edebiyat-1, Deniz Yayınevi, İstanbul, 1996.

Mahir ÜNLÜ, Ömer ÖZCAN, Edebiyat-1, İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş., İstanbul, ?

Mahir ÜNLÜ, Ömer ÖZCAN, Edebiyat-2, İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş., İstanbul, ?

Melahat KOYUNCU, Mustafa KOYUNCU, Sabiha SÖNMEZ, Edebiyat-1, Pasifik Ders Kitapları A.Ş., Ankara, ?

Melahat KOYUNCU, Mustafa KOYUNCU, Sabiha SÖNMEZ, Edebiyat-3, Pasifik Ders Kitapları A.Ş., Ankara, ?

Melahat KOYUNCU, Mustafa KOYUNCU, Sabiha  SÖNMEZ, Mehmet İLTER, Edebiyat-4, Pasifik Ders Kitapları A.Ş., Ankara, ?

Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL, Dr. Ali TORUN, Murat ÖZBAY, Dr. Himmet BİRAY, Musa ÇİFTÇİ, Edebiyat-1 (ciltli), Ders Kitapları A.Ş., İstanbul, 1996.

Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL, Dr. Ali TORUN, Murat ÖZBAY, Dr. Himmet BİRAY, Musa ÇİFTÇİ, Edebiyat-2 (ciltli), Ders Kitapları A.Ş., İstanbul, 1995.

Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL, Dr. Ali TORUN, Murat ÖZBAY, Dr. Himmet BİRAY, Musa ÇİFTÇİ, Edebiyat-3 (ciltli), Ders Kitapları A.Ş., İstanbul, 1995.

Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL, Dr. Ali TORUN, Murat ÖZBAY, Dr. Himmet BİRAY, Musa ÇİFTÇİ, Edebiyat-4 (ciltli), Ders Kitapları A.Ş., İstanbul, 1995.

Prof. Dr. Sadık K.TURAL, Prof. Dr. Şerif AKTAŞ, Öğr. İdris KARAKUŞ, Edebiyat-1, Deniz Yayınevi, İstanbul, 1996.

(Bu yazının içinde tam adlarını vermeye gerek duymadık. Hepsi de "Edebiyat" adını taşıyor. Örneğin, İnkılâp-1, bu yayınevinin "Edebiyat-1" kitabı anlamına geliyor.)

YANLI VE GERİCİ YORUMLAR

"Dil" Neymiş!

Bizce dil, Hz. Adem ve Hz. Havva ile birlikte insanlığa sunulmuş en büyük hediyelerden biridir. (Sürat-3, s. 12)

Ne kadar bilimsel bir "dil" tanımı! Bu kitap, "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersi için olsaydı; bu tanım yakı­şırdı; ama "edebiyat bilimi" ışığında yazıl­ması gereken bir kitaba yakışmıyor.

İnsanlığın mutlulu­ğunu makinalaşmada gören pozitivizm ve bütün gerçeği gördüklerinden ibaret sayan realizm de Türk fikir ve sanat hayatında böyle bir ortamda etkisini göstermiştir. (Sürat-3, s.65)

Yorumsuz...

Bu sert tavır biraz da Namık Kemâl'in mizacın­dan kaynaklanmaktadır. Aslında o günlerde Osmanlı Devleti'nin çok karışık bir dönemi yaşadığı göz önüne alınırsa, Türk aydınlarının Osmanlı idaresini böylesine ağır tenkitlerle yıpratmasının uygun olma­yacağı anlaşılabilir. (...) Haklı olmayan çok ağır tenkitler yapılmıştır. (Sürat-3, s. 97)

Burada "Osmanlı idaresi" 2. Abdülhamit oluyor. "Edebiyat" kitabı yazarlarımız "Namık Kemal-Ziya Paşa-Şinasi... gibileri"ne karşı "yüz yıl sonra" bile olsa, sevgili padişahlarının yanında saf tutuyorlar.

Abdülhamid Hayranlığı

Onların böyle bir anlayışa yönelmesinde Sultan II. Abdülhamid'in, devrin şartları icabı devletin menfaatlerini koruyabilmek için uyguladığı sıkı idarenin yanında, kendi karakterlerinin de rolü olmuştur. ("karekter"deki yanlışı düzelttik. A.T.) (Sürat-3, s. 115)

"İstibdat"ın, kitap yazarları dilindeki adı "sıkı idare". "Onlar" dedikleri, Servet-i Fünuncular. Anlayacağınız, bütün suç 2. Abdülhamit'te değil. "Karakter"leri sıksaydı da, onlar da Namık Kemal gibi "toplum için sanat"ı savunsalardı...

Fikri ve felsefi temelini pozitivizmden alan parnasizm, her şeyi madde ile sınırlandırır; ruha ve imana karşı çıkar. (Sürat-3, s. 144)

"Bilgi"ler bu denli çarpıtılır mı? Bu denli "yanlı" olunur mu bir ders kitabında?..

Tevfik Fikret ve Atatürk Düşmanlığı

(Tevfik Fikret) (...) gerek idare, gerekse milletin mefahiri aleyhinde gayet aşırı ye ağır bir şekilde şiirler, yazılar yazdı, (mefahir: Övünülecek şeyler. A.T.) (Sürat-3, s. 145)

Liseli genç "mefahir"i ne bilsin, hemen "milletin aleyhinde" diye düşünecek. Gerçi kitap yazarları da bunu demek istiyorlar. Tevfik Fikret gibi -o dönem­de- yalnızca ulusunun değil, tüm insanlığın mutluluğunu istemiş kaç şairimiz vardır? Atatürk'ün "örnek" gösterdiği "büyük" bir şairimiz, öğrencilere böyle mi tanıtılır? Hadi, yazarlar böyle düşünüyor; ya bu kitaplara kim "tavsiye kararı" veriyor?

Nitekim İstanbul'dan bir şey yapılamayacağını anlayan Osmanlı devletinin son padişahı Sultan Vahdeddin de Anadolu'da başlayan Millî Mücadele hareketini el altından desteklemiş ve bu hareketleri organize etmek üzere de Mustafa Kemâl Paşa'yı özel yetkilerle Anadolu'ya göndermiştir. (Sürat-3, s.243)

Bu tür "yorum"lar şeriatçı yayınlarda görülü­yordu. Talim ve Terbiye Kurulu'nun 14 Ocak 1994'teki 85 sayılı bu tavsiye kararından sonra ders kitaplarında da görülüyor. Bu bilgi, tarihsel gerçekleri çarpıtıyor. Vahdeddin "Millî Mücadeleyi desteklediği için" mi, İngiliz uçaklarıyla "Mustafa Kemal'in katli vaciptir" bildirilerini Anadolu'ya dağıttırdı? Ya İngiliz gemi­leriyle kaçmasına ne demeli? '

Roman kişilerinden olan Hacı Eşkıya'nın adında geçen "Hacı" kelimesi sadece bir lâkaptır. (Sürat-4, s. 129)

Gençler "sakın ola ki" yanlış anlamayın; bu Hacı, "hacı macı" değil...

MHP-BBP İdeolojisi

(Bulgaristan'da) Bu zulüm kominist rejim yıkılıncaya kadar devam etti. (Sürat-4, s.216)

Diğer Türk topluluklarında olduğu gibi Özbekler de Sovyet rejimi altında ağır baskı ve zulümlere maruz kalmışlardır. (Sürat-4, s.261)

Çin idaresi altındaki Uygur Türkleri, XIX. yüzyılın başlarından itibaren yıllarca ağır baskılar­la, katliamlarla, sürgünlerle sindirilmeye ve asimile edilmeye çalışılmaktadır. (Sürat-4, s.271)

Daha sonra gelen yönetimler, kominist ve totali­ter rejimler Türkleri ve müslümanları eritmek ve sindirmek için değişik yollara başvurmuşlar; (...) (Sürat-4, s.273)

Edebiyat ders kitabı değil de, sanki MHP ya da BBP bildirisi...

BİLİMSEL YANLIŞLAR

Destan Sorunu

Eser (Oğuz Kağan Destanı), destan türünün bütün özelliklerini taşı­maktadır. (Örgün-2, s.31)

Hayır, ne yazık ki, Türk destanlarının hiçbi­ri böyle değildir. Çünkü destanların son aşaması olan "bir büyük ozanca yazıya geçirilmesi" olgu­su bizde gerçekleşmemiştir. (İnkılâp-2, s.31'de de benzer bilgi var.)

(Kül Tigin Anıtı) Piramit şeklindedir. (Örgün-2, s. 39)

Piramitin dört yüzü de üçgen biçimindedir. Oysa Orhun Anıtları daha çok dikdörtgen prizmaya benzer. Bu bilginin arka sayfasında "Kül Tigin Anıtı" yazan bir fotoğraf var. Buradaki dikili taş da piramit olmadığını kanıtlar gibi duruyor. (Oran-2, s.34'te de "piramit şekli" yanlış bilgisi var.)

(...) Divân-ü Lûgati't-Türk, ilk Arapça-Türkçe sözlüktür. (Örgün-2, s.70)

Hayır, Türkçe-Arapça sözlüktür; çünkü madde başı sözcükler Türkçedir.

Yunus Emre'nin, Allah aşkı ve inancıyla söyledi­ği ilâhîler ve nefesler Türkçenin en güzel nazım örnekleridir. (Örgün-2, s.94)

Bektaşi tekkelerinde söylenen ilahilere nefes (...) adı verilir. (Örgün-2, s.95)

İkinci bilgi de (ve yazarın ilerideki açıklamaları da), Yunus Emre'nin bu yoldaki şiirlerine ilâhî dendiğini, "nefes" denmediğini gösteriyor.

Tarih yazarlığı (vak'anüvis) Osmanlı Devleti'nde resmî bir memurluktu. (Örgün-2, s.219)

Vak'anüvis “tarih yazarı”dır; "tarih yazarlığı" değildir. Daha da doğrusu "vak"anüvis" "zamanın olaylarını yazmakla görevli resmi devlet tarihçisi"dir.

Tenkit, deneme, tarih, gezi yazısı, hatıra, hikâye, roman gibi bir edebiyat türüdür. (Örgün-3, s. 124)

"Tarih" günümüzde bir bilim dalıdır, edebiyat türü değildir.

Tevfik Fikret, II. Meşrutiyet'ten sonra (1908) yazdığı şiirlerde toplumla ilgili olaylara ve konulara yönelmiştir. (Örgün-3, s. 135)

Hayır, Tevfik Fikret 1908'den önce de "Sabah Olursa", "Tarih-i Kadim" (1905) gibi şiirlerini yazı­yordu; ancak baskıcı yönetim nedeniyle "toplumsal şiirleri"ni yayımlayamıyordu. Ama yine de bu şiirler elden ele gizlice dolaşıyordu.

"Gökalp'in" değil

Gökalp'in (Örgün-3, s. 189, 191, 268)

Bu sözcük "Gökalp'ın" diye yazılmalıydı. Basit bir yazım yanlışı gibi görünen bu durumun ardında bilgi eksikliği söz konusudur. Çünkü "alp" sözcüğü Türkçedir ve "a" kalın ünlüsünün yanındaki "1" ince değildir. Dolayısıyla bu heceden sonra gelecek ünlü de ('a'ya bağlı olarak) kalın olur. (Bayrak-2, s.22; Sürat-3, s.201; D.K-3, s. 19; Pasifık-3, s. 107, 108, 109'da benzer yanlış var.)

Taşlıcalı Yahya, Murabba başlıklı bu şiirinde (...) (İnkılâp-1, s. 114)

Divan şiirinde başlık yoktur. Yazarların da belirttiği gibi "murabba" bir nazım biçimidir.

Bağlaç-İlgeç Karışıklığı

(...) "ile" bağlacının eski Türkler'de kullanılmış şekline savlardan örnekler gösteriniz. (Oran-2, s. 24)

"Örnekler" yok, "bir" örnek var: "Alplar birle uruşma, begler birle turuşma. (Alplarla vuruşma, beylerle duruşma.)" Burada "ile"nin eski biçimi "birle" bağlaç değil, "ilgeç (: edat)"tir.

Hikâyede geçen olmagıl kelimesindeki -gıl emir eki ile "-ince", "-erek" bağ fiilleri, yeri­ne kullanılan, -icek, -üben ekleri Oğuzca'ya mahsus dil özelliklerindendir. (Oran-2, s. 126)

Kitabın pek çok yerinde "-erek bağ fiili" sözüne benzer kulla­nımlar var. Oysa "-erek vb." bağ fiil değil, "bağ fiil eki"dir. Bu yüzden "-erek yapılı bağ fiil" denmesi gerekir.

Bazı kelimelerin ismin belirtme hâlini almadığı görülmektedir: işin (işini), kadrin (kadrini)... gibi (Oran-2, s.163)

Hayır, doğru değil. 16. yy. Türkçesinde belirtme durumu (: -i hali) eklerinden biri de "-n"dir. (Ayrıntılı bilgi için Muharrem Ergin'in Dilbilgisi'ne bakılabi­lir.)

"Kara gökler", "karanlık sokak", "kül rengi bulutlar", "soğuk taşlar" benzetmeleri şairin ruh hâlini gösteren ifadelerdir. (Oran-4, s.21)

Buradaki anlatımların hiçbirinde "benzetme" yoktur. Bir ölçüde "kül rengi" sözünde düşünülebilir; ama o da şairin yaptığı bir benzetme değildir.

"Hecede Durak" Karışıklığı

Şiir koşma nazım şekliyle ve hece vezninin 4+4=8'li kalıbıyla söylenmiştir. (Oran-4, s. 172)

Hayır, bu durağa uymayan dizeler de vardır: "Dünyaya geldiğim anda/Yürüdüm aynı zamanda" gibi…

Şiir, hece ölçüsünün 6+5=11 'li kalıbıyla söylen­miştir. (Oran-4, s. 178)

Hayır. "Gördüğün- her güzele de aldanma/Saç ağarsın beli bükülsün de gör" gibi duraksız; "Kara toprak insanları yoğurur" gibi 4+4+3 duraklı dizeler de var.

Okuduğunuz şiir, koşma nazım şeklinin 6+5=11'li hece vezniyle söylenmiştir. (Oran-4, s. 181)

Hayır. Şiirin ilk dizesi 4+4+3 duraklıdır: "Başım duman gözüm yaşlı dolandım"

Bent, bir fikri, bir duyguyu anlatan ve bölümleri beş veya daha çok mısralardan oluşan uzun şiirlere denir. (Bayrak-1, s.60)

Yanlış bir tanım... "Bent" bir şiir biçimi gibi gösteriliyor. Bir başka yanlış da "beş ya da daha çok dize" koşulu aranması... "Bent" kısaca "bölüm" demektir. Şiirlerin her bölümüne "bent" denebilir. İki dizelik bölümlere bile "bent" denmiştir.

Uyak Tanımı

Bir sesli ile bir sessiz veya sadece bir sesli harf benzerliğine dayanan kafiyeye tam kafiye denir. (Bayrak, 1, s.68)

Uyak (: kafiye) konusunda değişik yaklaşımlar var; ama buradaki durum öyle değil. "Bir sesli" ile "tam uyak" yapılmaz. Ancak Arapça ve Farsça sözcüklerde görülen uzun ünlülerle yapılan uyaklar “tam” sayılır. "Yalnız Arapça veya Farsça'dan geçen kelimelerdeki bir uzun sesli ile bir sessiz benzerliği de zengin kafiye sayılır." (s.68) bilgisinin doğruluğu da su götürür.

Koşmalar aşktan, tabiat güzelliklerine, yiğitlik­ten yargıya kadar çeşitli konuları işlerler. (Bayrak- I, s. 107)

Koşmalarda "yargı" nasıl işleniyor? Yoksa bu sözcük "yergi" mi olmalıydı?..

Seci, nesirde belirli aralıklarla aynı seslerin tekrarlanmasıdır. (Bayrak-2, s. 136)

Hayır, "seci" düzyazıdaki uyaktır.

Alp Er Tunga ismi aşağıdakilerden hangi eserde geçer?

a) Tazarrunâme b) Divan-ı Hikmet c) Saltuknâme) d) Şehname e) Mesnevî (Bayrak-2, s.258)

Alp Er Tunga adı, hiçbirinde geçmez. Yalnızca Şehnâme'de "Efrasiyab" diye adı geçen kişinin Alp Er Tunga olduğu sanılıyor.

Seyranı şiirinin ana fikrini çektim sözünde duyurmaya çalışıyor. (Bayrak-3, s.43)

Şiirde "ana fikir" olmaz; "ana duygu", "tema" gibi kavramlar olabilir.

"Garipçiler" Kimlerdir?

Aşağıdakilerden hangileri Garip Hareketi'ni başlatmışlardır?

a) Faruk Nafiz Çamlıbel, Arif Nihat Asya, Orhan Veli Kanık

b) Ahmet Kutsi Tecer, Oktay Rıfat Horozcu, Melih Cevdet Anday

c) Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Attila İlhan

d) Attila İlhan, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu

e) Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat Horozcu, Yusuf Ziya Ortaç (Bayrak-4, s.296)

Bu sorunun yanıtı yok; çünkü "Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat Horozcu" hiçbir seçe­nekte verilmemiş. (Ayrıca "Rıfat" değil, "Rifat".)

Anonim kelimesinin sözlük anlamı da ortaklık, birden fazla kişinin ortak olduğu işletme demektir. (Sürat-1, s.65)

Anonim "1. Yapanın adı bilinmeyen (yapıt). 2. Anamalı paylara bölünmüş olan ve her ortağın sorumluluğu anamaldaki payıyla sınırlı bulunan (ortaklık)." demektir; yani "işletme" değildir.

İslâm tasavvufunun kaynağı Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in (s.a.v) hadis­leridir. (Sürat-1, s.78)

"islâm tasavvufu" demek doğru değildir; çünkü “İslâm olmayan tasavvuf” yoktur. Daha da önemlisi, tasavvufun kaynağı yalnızca İslâmlık değildir. Ağırlık onda olmak üzere "Musevilik, Hıristiyanlık, Budizm, Brahmanizm gibi dinlerle ilkçağ Yunan felsefesinin kalıntıları" da tasavvuf felsefesini etkile­miştir.

Okuduğunuz şiir bir gazel örneğidir. Türk edebiyatına Arap edebiyatından girmiştir. (Sürat-1, s. 115)

Gazel, İran edebiyatından girmiştir.

Buna da med (uzatma) denir. (Sürat-1, s. 134)

“İmale”ye uzatma denir, "med" bir buçuk hece­dir.

"Murabba"ların kafiye örgüsü burada olduğu gibi:


                                  

I          

______________a

______________a

______________a

______________a

 

II

______________b

______________b

______________b

______________b

 

III

______________c

______________c

______________c

______________c


şeklindedir. Yani ilk dörtlük kendi arasında kafi­yeli, diğer dörtlüklerin son mısraı ilk dörtlükle, diğer mısraları da kendi arasında kafiyelidir. (Sürat-1, 15.144)

Şemada yanlışlık var. Altındaki bilgiye göre şemanın "aaaa/bbba/ccca" biçiminde olması gerekir.

İki Yanıtlı Soru

"Kara gözler, kara gözler

Kararmış kara gözler

Gemim deryâda kaldı

Yelkenim kara gözler."

Yukarıdaki mani, hangi mani türüne girer?

A) Ayaklı mani B) Düz mani C) Cinaslı mani D) Yedekli mani E) Güzelleme (Sürat-1, s. 159)

Sorunu iki yanıtı var: "Ayaklı mani" ile "Cinaslı mani" aynı şeydir.

(...) Guy De Maupassant (Guy Dö Mopassant) (...) (Sürat-1, s. 170)

Yazarın soyadı yanlış okunmuş. Doğrusu "Mopasan"dır.

(Romanda) Kişiler arasında yapılan uzun konuşmalara da tirat denir. (Sürat-1, s.205)

Hayır, "tirat" "bir tiyatro oyununda oyuncuların uzun soluklu konuşması"dır.

Nutuk Bilinmezse...

Onun değişik zamanlarda meclis üyelerine ve halka karşı yaptığı konuşmalar birer hitabet örneğidir. Bu konuşmalar Nutuk adlı eserde toplanmıştır. (Sürat-1, s. 261)

Hayır. Yazarların "Nutuk"u hiç tanımadıkları belli. Adnan Binyazar'ın deyimiyle "Söylev, 1919- 1927 döneminde, Atatürk'ün kendi kaleminden çıkmış bir özyaşam öyküsüdür."

Atatürk bu nutkunda, Cumhuriyetin kuruluşun­dan o ana kadar geçen on yıllık sürenin değerlendi­rilmesini yapmakta, bu süre içinde büyük ve önemli işlerin yapıldığını ifade etmektedir. (Sürat-1, s.263)

Bu bilgi yanlıştır; çünkü Onuncu Yıl Nutku'nda Atatürk "on beş yıllık süre"yi değerlendirir. Bunu konuşmasına başlarken de, konuşmasının sonunda da vurgular: "Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız.", "On beş yıldan beri, giriştiği­miz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin." (Ayrıca yazarların bir dil yanlışını da düzeltelim: "değerlendirilmesini" sözcüğü "değerlen­dirmesini" olacak.)

(Jan Valjan) Çaldığı bir ekmek yüzünden on dokuz yıl kürek çekmeye mahkûm olmuş (...) (Sürat- 3, s.57)

Jan Valjan "kürek cezası"na çarptırılmıştır; bu da "ağır hapis" demektir. (Daha önceleri bu ceza, "gemilerde kürek çekme" biçiminde uygulanmıştır.)

Şair mi, Yazar mı?

Yukarıda sözü edilen yazar kimdir? (Sürat-3, s. 85)

Oysa paragrafta hep şiirlerinden söz ediliyor. "Yazar" değil, "ozan (şair)" olmalı.

Fıkra yazarından, makalelerde olduğu gibi düşüncelerin ispatlanması beklenmez. Yazarın kesin bir iddiası yoktur. (Sürat-3, s. 175)

Düşünce yazısı olan "fıkra"larda yazarın "iddia"sı olur; bu iddia kesin de olabilir. Yazar, görüşleri­ne "kanıt"lar da gösterebilir; ama bilimsel kanıtlar göstermek zorunda değildir. (Birinci tümcedeki dil yanlışını düzeltelim: "düşüncelerin ispatlanması" "düşüncelerini ispatlaması" olacak.)

İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan Cumhuriyet'e kadar geçen süreye "mütareke yılları" denmektedir. (Tümcenin sonundaki nokta eksiğini giderdik. A.T.) (Sürat-4, s.24)

İkinci Dünya Savaşı 1939-1945 yılları arasında olmuştur. Yazarların demek istediği "Birinci Dünya Savaşı"dır.

Behçet Necatigil, 1950'den sonra şiirde kapalı bir anlatım savunan ve Türk şiirinin bütün gelenek­lerine karşı çıkan II. Yeni Hareketi'ne öncülük etmiştir. (Sürat-4, s.62)

Yanlış bilgiler... Behçet Necatigil'in 2. Yeniler'e öncülük etmesini bırakın, o, bu topluluktan etkilen­memiştir bile. Ayrıca "İkinci Yeni" anlayışı 1954- 1960 yılları arasında etkili olmuştur.

"Kıta" Dörtlük müdür?

Dört mısradan oluşan ve bütünlük arz eden nazım parçalarına dörtlük (kıta) denir. (Deniz-1, s.45)

Dörtlük ile kıta özdeş gösteriliyor; oysa şiirdeki "bölüm"lerin her biri "kıta"dır. Dolayısıyla dize sayısı "dört"le sınırlı değildir.

Şiirin mühim bir unsuru da şekildir. Şiirde şekil derken, söyleyiş ve ifade bakımından bir birlik, bütünlük ifade eden yapıyı anlıyoruz. (Deniz-1, s.50)

Yazarlar "şiirde biçim"i anlatamıyor. Şiirde biçim denince "dize kümelenişi, ölçü, uyak, redif, aliterasyon... vb." anlaşılır.

Assonans: Ünlü harflerin bir veya birkaç mısrada tekrarı ile sağlanan ses uygunluğudur. (Deniz-1, s.51)

Fransızca assonance (asonans) sözcüğü "yarım uyak" demektir. Yukarıdaki bilgi, yanlıştır.

Türk Halk Edebiyatı'nda güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıt, hikâye, destan, muamma ve ninni gibi nazım türleri vardır. (Deniz-1, s.76)

Türk Halk Edebiyatı'nda "hikâye" diye bir nazım türü yoktur. Nazım-düzyazı karışımı halk öyküleri vardır; ama onlar da "nazım türü" sayılamaz.

Yazıldı mı, Söylendi mi?

6+5=11 'li hece vezni ile yazılmıştır. (Deniz-1, s.87)

Âşık Veysel'in "Sazım"a şiiri için söylenen bu tümce doğru değildir. Çünkü 4+4+3 duraklı dizeler de vardır: “Bebe gibi kollarımda yaylattım//Pençe vurup sarı teli sızlatma” gibi.

Okuduğunuz şiir 4+4=8'li hece vezni ile yazılmış bir türküdür. (Deniz-1, s. 106)

Hayır. 4+4'e uyma­yan dizeler de vardır: "Yürüktür bizim atımız/ Yardan atlattı zatımız" gibi.

Ayrıca Erzurumlu Emrah, bu şiiri yazma­mış, "söylemiştir". (Benzer yanlışlık, önceki tümcede de var.)

Okuduğunuz şiir, 6+5=11'li hece vezniyle yazılmış, yazarı veya söyle­yeni bilinmeyen bir halk türküsüdür. (Deniz-1, s. 110)

1. Şiirin ölçüsü, her yerde 11'li değildir. Şiirin kavuştak bölümü olan "Adı Yemen'dir, gülü çimen­dir/Giden gelmiyor, acep nedendir/Burası Muş'tur, yolu yokuştur/Giden gelmiyor, acep ne iştir" dizele­rinin ölçüsü 10'ludur.

2. Bu türkü yazılmamış, "söylenmiş"tir.

3. Şiirlerin yazarı olmaz, "ozanı (: şairi)" olur.

Okuduğunuz türküde ikinci ve dördüncü dörtlük­ler kavuştak olup, aynen tekrar edildiği için de nakarattır. (Deniz-1, s. 110)

Kavuştak ile nakarat ayrı kavramlarmış gibi anlatılıyor. Oysa ikisi de özdeştir; "kavuştak" Halk Şiirindeki, "nakarat" Divan Şiirindeki adıdır.

Ulama-Vasl

Sonu ünsüz ile biten bir kelimeden sonra gelen kelimenin ilk harfi ünlü ile başlıyorsa, ilk kelimenin sonundaki ünsüz, ikinci kelimenin başında gibi okunur. Buna "ulama" denir. İlk kelimenin kapalı olan son hecesi de açılmış olur. Buna da vasl denir. (Deniz-1, s. 129)

Ulama ile vasl ayrı şeylermiş gibi gösteriliyor. Oysa bunlar özdeştir; "ulama" Türkçesi, "vasl" Arapçasıdır.

Türkçe'yi (Kesme imi olmamalıydı. A.T.) mûsıkî bakımından zenginleştiren unsurlardan biri de ulama'dır. (Deniz-1, s. 153)

Yazarlar, ulamaya böyle bir özelliği neye daya­narak yüklüyorlar, anlayamadım. Ulama, Türkçenin bir özelliğidir; ama bunun "musıkî"yle ilgisi yoktur.

Onun kısa hikâyelerinde olay veya durum değil, duyumlar (Algılamalar, hissetmeler)  ("A" küçük olmalıydı) yer tutar. (Deniz-1, s. 171)

Durum (-kesit) öyküsünün Türk Edebiyatında ilk örneklerini veren Sait Faik'in Öykülerinde "durum" nasıl olmaz?

"Nutuk"un Tarihi

Nutuk, Atatürk'ün yaptığı tarihî bir konuşmadır. Bu konuşma 15 Ekim 1922'de başlamış ve 36,5 saat (altı gün) devam etmiştir. (D.K-1, s.28)

Atatürk "Nutuk (:Söylev)" adıyla da yayımlanan bu konuşmasını 1922'de değil, 1927'de yapmıştır.

İstiklâl Marşı'mız tür bakımından bir nazımdır. (D.K-1, s.40)

Anlatım biçimleri "nazım" ve "düzyazı (:nesir)" diye ikiye ayrılır. Dolayısıyla "tür" sözcüğü "biçim" olmalıdır.

Nazım birimi, en az iki mısra olmak üzere üç, dört, beş veya daha fazla mısradan oluşabilir. (D.K- 1, s.51)

Nazımda en küçük birim "dize (: mısra)"dir.

Ancak mesnevîde anlam bir beyitte tamamlanıp diğer beyte geçmediği hâlde, bu şiirde anlamın birkaç mısrada tamamlandığını görüyoruz. (D.K-1 s.70)

Bu tümcedeki mısrada sözcüğü "beyitte" olma­lıdır; çünkü mesnevilerde anlamın bir beyitte tamamlandığı, söz konusu şiirde ise tamamlanmadı­ğı anlatılmak isteniyor.

Okuduğunuz şiirin her birimi iki mısradan oluş­maktadır. Tanzimat sonrası Türk edebiyatında görü­len bu nazım şekline "ikili" denmektedir. (D.K-1, s.70)

"İkili dize" (ya da "iki dizeli nazım birimi") Tanzimat'tan sonra mı görülüyor? Divan Edebiyatı, neredeyse bu nazım birimi üzerine kurulu.

yeğ-i-miş (D.K-1, s.87)

Burada bir şiirin (hece) ölçüsü gösterilirken, heceleme yanlış yapılmıştır. Çünkü -ulama gereği- "ye-ği-miş" biçiminde olmalıydı.

"Cönk" Nedir?

Âşıklar şiirlerini "cönk" veya "mecmu'a" denilen defterlerde toplamışlardır. (D.K-1, s. 104)

Hayır, cönk ve mecmu'aları yazanlar, birtakım edebiyatseverlerdir. (Benzer yanlış, Pasifik-1, s.40'ta da var.)

Kır Romanı (D.K-1, s.184)

Hayır, buna "Köy Romanı" denir.

XVIII. yüzyıl, Osmanlı Devleti'nin gerileme ve yıkılma dönemlerinin peşpeşe yaşandığı bir yüzyıl­dır. (D.K-2, s.232)

Osmanlı Devleti, XX. yüzyılın ilk çeyreğinde yıkılmıştır.

Mefâîlün/mefâîlün/mefâilün/mefâîlün (D.K-3, s.28)

. — . — /. — . — /. — . — /. — . — /

1. Üçüncü "mefâilün", "mefâîlün" olmalı.

2. Kalıbın altındaki imler “. — . —" biçiminde değil,  ". — — —" olmalıdır.

John Steinbeck (Con Şteynbek) (D.K-3, s.50)

Steinbeck (Ştaynbek, D.K-3, s.58)

Yazarın soyadının okunuşu değişik biçimlerde veriliyor.

İkinci mısrada "asma" üzüm veren bitki anla­mında kullanılırken, dördüncü mısrada asmak fiili olarak kullanılmıştır. (Pasifik-1, s.29)

"Ben yârimden ayrılmam/Götürseler asmaya" dizelerindeki "asma" fiil değil, fiilimsi (: eylemsi)dir.

Nutuk, deme, devriye gibi dinî-tasavvufî konulu nazım şekilleri de vardır. (Pasifik-1, s.50) Bunlar nazım şekli değil, "nazım türü"dür.

Tema-Konu Ayrımı

Âşık Veysel'in bu şiirinde tema aşktır. (Pasifik- 1, s.55)

Okuduğunuz semaîde aşk teması işlenmiştir. (Pasifik-1, s. 59)

Bu kitabın 23. sayfasındaki bilgilere göre, yuka­rıdaki tümcelerde "tema" değil, "konu" denmesi gerekir.

Ulama (Vasl): Uzun (kapalı) bir heceyi kısa (açık) hece veya medli heceyi uzun hece hâline geti­rebilmek amacıyla yapılır. (Pasifik-1, s.70)

Yanlış. Ulamanın tanımı daha önce geçtiği için, ulamayı yinelemeyeceğim. Ulama, medli hece için yapılmaz. (Örnek dizede de -ölçüye göre- ulama gereği yok; yalnızca medli [1,5] hece var.)

(...) klâsizm (...) (Pasifik-3, s.29)

Bu sözcük, "klasisizm" olmalıdır.

Fotoğraf Sorunu

Behçet Necatigil fotoğrafı (Pasifik-4, s.31)

Hayır, o fotoğraf Necati Cumalı'yı gösteriyor.

"Sevelim, sevilelim

Bu dünya kimseye kalmaz, (Pasifık-4, s. 36)

"Bu" sözcüğü olmayacaktı.

"Düşmez, şaşmaz bir Allah'tır." (s.45)

Bu atasözü "Düşmez, kalkmaz bir Allah." biçimindedir. (bkz. Emin Özdemir,  Açıklamalı Atasözleri Sözlüğü)

"Bölge Ağzı" Nedir?

Ancak XX. yüzyılın başlarında yaygınlaşan Sovyet istilası bu topraklardaki gelişmeyi olumsuz yönde etkile­miştir. Türk toplulukları arasındaki kültür bağla­rının koparılması maksadıyla bölge ağızları yazı dili hâline geti­rilmiş, böylece ortak kültür ve edebiyatın gelişmesi engellenmeye çalışılmıştır. (Pasifik-4, s. 109)

"Bölge ağızları" "Özbekçe, Kazakça, Kırgızca vb." oluyor sanırım; ama yanlış. Çünkü bu Türk dilleri, "lehçe" (kimine göre "şive") olarak değerlen­diriliyor.

hilkat garibesi: Garip yaratılışlı (Pasifik-4, s.173)

"Hilkat garibesi" bu anlama gelmez ki. "Eli yüzü biçimsiz, çirkin vb." anlamdadır.

DOĞRULUĞU KUŞKULU BİLGİLER

"Sözlü İfade"nin Kapsamı

Sözlü ifadede duygular daha iyi yansıtılır. (Pasifik-1, s.12)

Böyle bir önerme, tartışmaya açıktır. Kimi kişi­ler duygularını, konuşarak daha iyi yansıtabilirken, kimileri yazarak daha iyi anlatabilir.

Sözlü ifadede hitap edilen topluluk sınırlıdır. (Pasifik-1, s. 12)

Günümüzün gelişen görsel ve sözlü iletişim araçlarını göz önüne aldığımızda, böyle bir yargının doğruluğu su götürür.

Daha önce İstanbul sınırları dışına çıkmayan Türk romanı, Çalıkuşu'yla Anadolu'ya açılmıştır. (Pasifik-1, s. 109)

Hayır. Nabizade Nâzım'm Karabibik adlı romanı 1890'da yayımlanmıştır ve konusu Antalya'nın bir köyünde geçer.

Şiirde sözü edilen "kaz", tekkeye uyum sağlaya­mayan "kişi" yerine kullanılmış, bir benzetme yapıl­mıştır. (İnkılâp-1, s.75)

Doğrusu "benzetme" şiirde pek belli olmuyor. Yorumlanarak -özellikle son dörtlükten yararlanıla­rak- böyle bir ilgi kurulabilir. Ama yine de buna benzetme değil, "temsili eğretileme" denmesi gere­kir.

"Murabba"nın Kaynağı

(Murabba) Halk Edebiyatı’mızın etkisiyle meydana gelmiştir. (Deniz-1, s.67)

Doğruluğu kesin olmayan bir konuyu, yazarlar, kesinmiş gibi gösteriyor. Rauf Mutluay, bu konuda şöyle diyor: "... Arap şiirinden geldiği sanılan bu şekillerin en eski ilk kaynakları tespit edilememiştir. İslâm uygarlığı etkisinde İran ve Türk şairlerinin, kendi ulusal beğenileri yönünde yarattıkları birer biçim olarak da kabul edilebilir."

Okuduğunuz "Sazım'a" isimli şiir, hazırlıksız olarak saz eşliğinde söylenmiştir. (Deniz-1, s.87)

Bu bilgi için "kesin değil", hatta "yanlış" dene­bilir. Âşık Veysel'i yakından tanıyan Veysel Kaymak, "Aşık Veysel'li Yıllar" kitabında onun "hazırlanmadan, doğaçtan (irticalen) şiir söylemeyi pek sevmediğini" söyler (s.43)

Sözlü edebiyatımız başlangıcı bilinmemekle beraber M.Ö. VII. yüzyıla kadar gitmektedir. (Sürat-I, s.12)

Başlangıcı bilinmeyen bir olguyu nasıl ve hangi kaynağa dayandırarak M.Ö. VII. yüzyıla dek uzata­biliriz? Bilimsel dayanaktan yoksun bir bilgi bu.

Orhan Veli fotoğrafı (Sürat-1, s.34)

Orhan Veli'nin değişik fotoğraflarıyla karşılaş­tırdım; ama buradaki kasketli kişiyi ona pek benze­temedim. Gerçekten o mu?

Duygu ve düşüncelerin olaylar aracılığıyla anlatıldığı, romana göre kısa yazı türüne ne ad verilir?

A) Gezi yazısı B) Hatıra C) Hikâye D) Deneme E) Hitabet (Sürat-1, s.270)

"Hikâye" buldurulmak isteniyor; ama soru kökündeki tanım çok bulanık. Üstelik "öykü"yü yansıtmadığı da söylenebilir.

"En Büyük Destanlar" Bizimkiler

Batılı araştırıcılar Türk destanlarının Fin, Alman ve Fransız destanları üzerinde etkili olduğunu ispatlamışlardır. (Bayrak-2, s.54) .

Doğruluğu  kuşkulu bir bilgi. "Bir büyük ozanın çıkıp da derleyip düzenlemediği destanlarımız" ta Finlandiya'yı acaba nasıl etkiledi?..

(...) Molla-yı Cünûn, Suhan, Mürşid'i (...) temsil eder. (Bayrak-2, 5.247)

"Sühan" Farsça olup "söz" demektir ve yapıtta mürşidi temsil ettiği kesin değildir.

Heinrich Böll (Enriş Böl) (Bayrak-4, s.290)

Bu Alman yazarın adının okunuşu her kitapta başka türlü. Kimisi "Henrih" diye okurken, kimisi de "Haynrih" diye okuyor. Acaba bu üç okunuştan hangisi doğru?

Ayrıca "Enriş" diye okuyan yazarların kitabında Heinrich Böll 1917'de doğmuş; ama ölmemiş görü­nüyor. Oysa yazar 1985'te ölmüş.

Türklerin "Meziyeti"

Atlı-göçebe kültürünü ve hayvancılığı; sosyal alanda devlet kurma kabiliyetlerini geliştiren bu dönem Türkler'i, yerleşik toplumlara yaptıkları akınlarla, çiftçi kavimlere devlet kurma meziyetini öğretmişlerdir. (Oran-2, s. 15)

Yazarlar şunu mu demek istiyor: Türkler, çiftçi kavimlere saldırdıkça, onlar da "Yahu, bu böyle olmayacak; bari bir devlet kuralım." mı dediler? Yoksa, Türkler, çiftçi kavimlere saldırıp (mallarını yağmalayıp) onlara "Kardeşim, devlet kurmak için şunlara dikkat etmeniz gerekir." mi dediler?

Orta Asya Türkler'i, gerek komşularının baskı­larına, gerekse girdikleri pek çok savaşa rağmen ana dillerini işlemeyi ihmal etmemişler, yazı ve edebiyat dilinin gelişmesine zemin oluşturacak tüm imkânları hazırlamışlardır. (Oran-2, s. 15)

Söz konusu dönem, 8. yy. ve öncesidir. Acaba "yazı ve edebiyat dilinin gelişmesi için" Türkler ne gibi "olanaklar" hazırlamışlardır o dönemde?

Anlatımı Akıcı Kılmak

Görülüyor ki yazar anlatımı daha akıcı kılmak için bu üç cümleyi tek cümle hâlinde ifade etmiştir. (D.K-1, s.32)

Uzun tümce kurmak, bilgi ve beceri gerektirir. Bu söylense, tamam; ama "anlatımı daha akıcı kılmak" için uzun tümce kurulmaz. Tam tersine, uzun tümce­lerle dolu bir yazı, okuru yorar; anlaşılması güçtür.

Gazellerde genellikle aşk, tabiat, din, tasavvuf, sevgili ve yaşama sevinci gibi konular işlenmiştir. (D.K-1, s. 124)

Gazellerde genellikle "aşk, sevgili ve şarap" konuları işlenir. "Tabiat; din, tasavvuf; yaşama sevinci" ikincil, üçüncül konulardır.

Sözlü edebiyat ürünlerinin en eskileri Uygurlar döneminde yazıya geçirilen dinî ilâhi ve dualardır. (D.K-2, s.20)

Uygurların söz konusu manzumelerine "ilâhi" denmemesi gerekir. Yukarıdaki tümcedeki "ilâhi" yerine "manzume" demek daha uygundur.

Atabetü'l-Hakâyık, (...) XIII. yüzyıl başlarında yazılmıştır. (D.K-2, s.66)

Bu yapıt, pek çok kaynağa göre, XII. yüzyılda yazılmıştır. Gerçi bu bilgi de kesin değildir. Bu yüzden kesin olmayan bilgilerin bu yönüne değinilmelidir.

Yeni "Halkbilimciler"!

Avrupa’daki bu gelişmelere bağlı olarak Türk bilim adamlarından Fuat Köprülü, Ziya Gökalp, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Sadettin Nüzhet Ergun, Şükrü Elçim ("Elçin" olacak. A.T.), Umay Günay, Abdurrahman Güzel, Dursun Yıldırım, Saim Sakaoğlu gibi isimler XX. yüzyılın başlarında Halk edebiyatı ve halk bilimi ile ilgili araştırmalara başladılar. (D.K-4, s.153)

Bu adların hepsi de "XX. yüzyıl başları"nda mı "araştırmalara başladılar"? Ayrıca, kaynaklarda "halk bilimi araştırmacısı" olarak adlarına rastlayamadığımız "Umay Günay, Abdurrahman Güzel, Dursun Yıldırım, Saim Sakaoğlu" gibi ikincil (belki de üçüncül) adlar sayılırken, bu konuda önemli çalışmaları olan "Pertev Naili Boratav, Eflâtun Cem Güney... gibi" araştırmacılara yer verilmiyor.

EKSİKLİKLER

Uyak Türleri

Kafiyeler, "yarım", "tam", "zengin", "redifli", "cinaslı" olabilir. (İnkılâp-1, s.36)

"Redifli kafiye" denmeli mi? Tartışılabilir; ama burada "tunç uyak" da sayılabilirdi.

KARAGÖZ bir gölge oyunudur. Halkın ortak malıdır. İki kişi ile oynanır. (İnkılâp-1, s. 190)

Son tümcedeki bilgi anlaşılmıyor; ama "iki kişi" dedikleri Karagöz ile Hacivat olmalı. Eğer böyleyse, eksiklik var. Çünkü bu oyunun tipleri arasında Çele­bi, Zenne, Tiryaki, Matiz... vb. de bulunmaktadır.

Yaygın olarak kullanılan üç türlü istiare vardır: (Bayrak-1, s.61)

Bu bilgiden sonra "açık" ve "kapalı" istiareler anlatılıyor; ama üçüncüden hiç söz edilmiyor. Üç sayfa sonra başka bir konuda "temsilî" istiare anlatı­lıyor.

Gerçek ya da geçeğe uygun olayların yer, zaman, mekân ve kişi unsurlarına dikkat edilerek anlatıldığı yazılara hikâye denir. (Pasifik-1, s.96)

Buradaki "hikâye"yi kaldırıp "roman" desek de olur. Demek ki, tanım yeterli değil.

Düz Kafiye: aaxa/aaab (D.K-1, s.59)

Düz uyaklanış bunlarla sınırlı değildir. Örneğin aaaa ya da aabb de böyledir.

Bentlerin mısra sayıları da eşit değildir. Birinci ve üçüncü bentler dörder mısradan ikinci bent ise üç mısradan oluşmaktadır. (D.K-1, s.80)

Bu bilgiler, o sayfadaki şiir için veriliyor; ama şiir hiç aralık bırakılmadan yazılmış; görünürde "bent" yok.

Tunç Uyak (D.K-1, s. 149)

Uyak türlerinin işlendiği 58. sayfada "tunç uyak"tan hiç söz edilmiyor; ancak 149. sayfadaki 13. sorunun E seçeneğinde "tunç kafiye" var.

Efekt ve Işık (D.K-1, s.197)

Böyle bir başlık atılmış, efekt anlatılmış; ama ışıktan söz edilmemiş.

Klâsik Komedya (D.K-1, s.229)

Klasik komedyaya ilişkin bilgi verilmemiş; ama 4. Testte özellikleri sorulmuş.

Ataç "Dilci" Değil mi?

Nurullah Ataç (Deniz-1, s.234-235)

Nurullah Ataç'ın anlatıldığı bu sayfalarda, onun "dilcilik" yönünden söz edilmemesi hem eksiklik, hem haksızlık.

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nda (...) (Deniz-1, s.246)

Bayramın tam adı "19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı"dır.

ÇELİŞKİLER

Yaşar Kemal'i Nasıl Kötülesek?..

Fakat sonuçta bu çete hareketlerinin, en başta çete mensuplarına olmak üzere, halka, millete ve devlete çok zararları olmuştur. Bu bakımdan Çakırcalı Efe'yi romanda gösterildiği gibi bir kahraman olarak kabul etmek çok zordur. (Sürat-4, s. 129)

Sayın yazarlar madem böyle düşünüyorlar, ne diye bu romanını seçmişler Yaşar Kemal'in?

Finliler (...) XX. yüzyıl başlarında özgürlüklerine kavuşurlar. (Örgün-2, s.51)

XIX. yüzyıl başlarında da bağımsız bir devlet kurarlar. (örgün-2, s.53)

Birbiriyle çelişen iki bilgi... Hangisi doğru?

Koşma, en az 3, en çok 5 dörtlük olur. Dörtlük sayısı beşten çok da olabilir. (Örgün-3, s.35)

İkinci bilgi, birinciye ters düşüyor. İkinci tümce "Dörtlük sayısı beşi geçen koşmalar da vardır." ya da "... koşmalara da rastlanır." gibi bir anlatım taşı­malıdır.

Kapaktaki yazarlar: Mustafa Alan, Mustafa Erol, Ünal Komsuoğlu. İç kapaktaki yazarlar: Mustafa Alan, Hilmi Kurtoğlu (Oran-4)

İlginç bir durum doğrusu...

"Yıkılan" Camiler!

Bu arada başta camiler olmak üzere, bütün kültürel varlıkları da Ruslar tarafından birer birer yıkılmıştı. (Oran-4, s.244)

245. sayfada da "Kırım Bahçesaray'da Han Sarayı" fotoğrafında iki minareli bir cami!

Knut Hamsun (Nud Hemsın) (Oran-4, s.288)

Adının nasıl okunması gerektiği bilinemeyen yazarlardan biri de Knut Hamsun. Kimisi "Knut Hamsın", kimisi "Nat Hamsın" diye okurken, bu kitabın yazarları da yukarıdaki gibi okumuş. Bu bir yana, "Hemsın" okunuşunun verildiği sayfada; "Hamsun'un" yazılışı, kitap yazarlarının da ikilemini gösteriyor.

Okuduğunuz şiir mesnevî tarzında yazılmıştır; fakat Klâsik Edebiyat'taki mesnevîlere benzememek­tedir. Mesnevîler beyit esasına göre yazıldığı hâlde, bu şiirde beyit esas alınmamıştır. (Deniz-1, s.58)

Beyit yoksa, nasıl "mesnevî tarzında yazılmış­tır"? Yalnızca "mesnevi tarzında uyaklanmıştır" denebilir.

Kitabınızın 181-183. sayfasındaki Çalıkuşu'ndan (...) (Deniz-1, s. 186)

Söz konusu sayfalar 181-183 değil, 187-189'dur.

Yukarıdaki iki mısrada da altıncı hece, bir keli­menin son hecesi; yedinci hece başka bir kelimenin birinci hecesidir. Yani durak yapılmıştır. (İnkılâp-1, s.80)

Yukarıda öyle "iki mısra" değil, "bir dize" bile yok. Bu bilgi, 79. sayfada işlenen şiirle ilgiliyse - ölçüsü 4+4=8'li hece ölçüsü olduğundan- "altıncı" sözcüğü "dördüncü", "yedinci" sözcüğü de "beşinci" olmalıdır. (Yeşil başlı gövel ördek/Uçar gider göle karşı.) Yok bu bilgi "Hazırlık Çalışmasındaki dörtlükle ilgiliyse -ki onunla ilgili olması pek mantıklı değil- oradaki her dize de 6+5 duraklanışa uymamaktadır. (Sunayı da deli gönül sunayı/Ben yoluna terk ederim sılayı)

Mani Sorunları

Manilerin 7'li veya 8'li hece ölçüsüyle söylendiği (D.K-1, s. 90)

Manilerin alışılmış ölçüsü "7'li hece ölçüsü"dür. 4, 5, 8, 11 heceli kalıplarla da söylenenleri vardır; ama en yaygını 7'li olanlardır. Nitekim, yazarların bu konuda verdiği örnek maniler de hep 7'li hece ölçü­süyle söylenmiştir.

Yukarıdaki örneklerde, ninnilerin, genellikle bir mani veya herhangi bir manzumeye ekler yapılarak oluşturulduğunu görüyorsunuz. (D.K-1, s.93)

Örnekler yukarıda değil, bir önceki (soldaki) sayfada kalmış. Bu sayfadaki örneklere baktığımız­da, ninnilerin hepsinin de dörder dizeli olduğunu görüyoruz. Peki "ekler" nerede? Yok, eklenmiş biçimleri buysa, (zaten dört dizeden oluşan) mani ya da "herhangi bir manzume" nerede?

Yüce dağların başında (D.K-1, 98)

Metin sorularında, dize böyle geçiyor; ama metinde "Yüce" değil de "Karlı" yazıyor.

tuyuğ 128 (Dizin'de) (D.K-1, s.250)

 Burada sayfa yanlış verilmiş, 138 olacak.

Kitabı Kimler Yazdı?

Kapak: Prof. Dr. Abdurrahman Güzel (D.K-2)

Dış kapakta yer alan beş addan biri olan Güzel, iç kapakta yok. (Bu durum, Edebiyat-3 ve 4'te de görülüyor.)

Paul Verlaine (Pol Verlen) (D.K-3, s.69)

Verlaine (Verlan) (D.K-3, s.71)

Hangisi doğru?

Üçüncü ve altıncı ninnilerde çocukların uyku durumları nasıldır? (Pasifik-1, s.45)

(...) 3. ve 6. ninniler (çocuğun) uykusunu konu almışlardır. (Pasifik-1, s.45)

Üçüncü ninni şöyle: "Dandini dandini danadan/Henüz doğmuş anadan/Böyle çirkin anadan/Ne güzel vermiş yaradan" Şimdi bu ninninin yukarıdaki soru ve açıklamadaki "uyku (durumu)" ile ilgisi var mı?

(...) bir kişi tarafından oynanan küçük komedile­re veya kalabalığa karşı söylenen güldürücü sözlere monolog denir. (Pasifik-1, s. 116)

Monolog: Sahnede bir kişinin konuşması. (Pasifik-1, s. 118)

Türkçe Sözlük'te monolog 1. Bir tiyatro oyunun­da, kişilerden birinin kendi kendine yaptığı konuş­ma. 2. Bir oyuncu için yazılmış genellikle güldürücü öykü. 3. Çevresindekilere fırsat vermeden bir kimse­nin yaptığı konuşma.

Bernard Shaw (Benrnard Şau) (Pasifik-4, s. 169)

Bernard Shaw'in (Pasifik-4, s. 170)

Birinci örnekteki okunuş mu doğru, ikinci örnekteki ekin gelişi mi?

Sonuç ve Öneriler

Buraya dek verdiğimiz örneklerde de görüldüğü gibi, anadili eğitim-öğretimimiz hiç de sağlıklı değildir. Bunun birinci nedeni öğretim programı, ikincisi de "birtakım" sağlıksız kitaplardır.

İncelediğimiz kitapların bir bölümündeki sorun­lar çok azdı; ufak düzeltmelerle giderilebilirdi. Bir bölümünde daha çok sorun vardı. Kimilerinde ise sorundan öte kasıt vardı.

Görülüyor ki, bu öğretim programı ve buna göre hazırlanan kitaplarla, öğrencilere Türk dili de öğretilemez, okuma zevk ve alışkanlığı da kazandırılamaz.

İçinde yanlışı çok olan, gerici propaganda yapan kitapları onaylayan Talim ve Terbiye Kurulu görevini ihmal mi etmiştir, kötüye mi kullanmıştır  bilemiyo­ruz. Bu Kurul'un üzerinde kim varsa, gereğini yapmalıdır. "İçinde Nâzım Hikmet'ten şiir var." diye Lise 1 Edebiyat kitabını reddeden Talim ve Terbiye Kurulu, bağnaz ve gericilere kapılarını ardına dek açarken, güç ve cesaretini kim(ler)den ya da nere(ler)den almaktadır?

Sorun'un kaynağı Talim ve Terbiye Kurulu'dur. Çağdışı bu programı yapan da, bu programa göre bile yazılamayan kitapları onaylayan da burasıdır, buradaki görevlilerdir.

Çağdaş ve bilimsel bir anlayışla yeni bir öğretim izlencesi yapılıncaya dek, bu öğretim yılı için duyurulan Edebiyat kitapları (Bunlara Kompozisyon ve Türk Dili kitapları da eklenebilir.) yeniden incelen­meli; şeriatçı, gerici, bilimdışı, şovenist sözler buralardan çıkarılmalıdır. Böylesi kitapların "tavsiye kararları" gözden geçirilmeli, gerekirse iptal edilme­lidir.

Yeni bir Türk Dili ve Yazını Öğretimi İzlencesi için de işe girişilmelidir. Bilimsel, laik, demokratik, Türkçeye ve yazına saygılı, nitelikli, gerçekçi... anlayışlarla hazırlanacak böyle bir izlence için eğitim, bilim ve sanat çevreleriyle işbirliğine gidil­melidir. Çağdaş uygarlığa yetişmek istiyorsak...

(Öğretmen Dünyası 226, Ekim 1998)

 Not: 

İbrahim Ergun "Edebiyat Eğitimi" makalesinde bu yazıyı anmaktadır.

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  “de” Sözcüğü Sorunu Ali TÜRKSEVEN               Sorun Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne ol...