EDEBİYAT
KİTAPLARINDAKİ YANLIŞLAR
Ali
TÜRKSEVEN
Giriş:
Anadili Dersi ve Öğretim İzlenceleri
Anadili eğitim-öğretimi evde
başlar; ancak bu, bilimsel yöntemlerle yapılmaz. Bilimsel yöntemlerle anadili
eğitim-öğretiminin yeri -genellikle- okullardır.
Türkiye'de ilköğretimde Türkçe, ortaöğretimde Türk Dili ve Edebiyatı derslerinde söz
konusu eğitim-öğretim verilir. Gelişmiş ülkelerin "anadili dersi
saatleri" ile karşılaştırıldığında, Türkiye'nin - bu konuda- onlardan geri
olmadığı söylenebilir.
Bu ders(ler)in en önemli amaçları
arasında Türk dilini öğretmek ve okuma
zevk ve alışkanlığı kazandırmak
da vardır. Peki, ülkemizdeki eğitimin bu amaçlara ulaşma başarısı ne olabilir?
Öyle uzun boylu bilimsel araştırmaların sonuçlarına bakmaya gerek yok.
Çevremize bakalım yeter... Hemen her görüşten kişiler, bu konudaki başarısızlığımızda birleşeceklerdir.
Peki, bu başarısızlığın
kaynakları nelerdir? Doğallıkla pek çok etken sıralanacaktır: Eğitim politikaları,
eğitime ayrılan ödenekler, öğretmen yetiştirmedeki sorunlar, okul sorunu,
öğretmen sorunu, kitapların pahalılığı, kitap yasaklamalar -toplamalar, ailenin
ekonomik ve kültürel yapısı, öğrencinin zekâ düzeyi... vb.
Ortaöğretimdeki başarısızlığımızın en önemli nedeni
-bizce- öğretim izlencesi (: programı)dir. Köksal Toptan'ın bakanlığı döneminde
hazırlanan "Türk Dili ve Edebiyatı öğretim programı" 17.9.1992'de
onaylanmış. Karar sayısı 293, tarihi 18.9.1992. Tebliğler Dergisi'nin 2370.
sayısında yayımlanmış. Daha sonra -yine Toptan döneminde- izlencede birtakım
değişikler-düzenlemeler yapılmış. Tarih: 26 Nisan 1993, Tebliğler Dergisi:
2381. Daha da sonra -yine bu bakan döneminde- programa ilâveler yapılmış. Bakan değişmiş. Sonraki bakan Nahit
Menteşe de programa bir ilâve daha
yapmış, Coşkun Ertepınar'ı manzum
eserlerinden faydalanılacak şahsiyetler arasına katmış. (Bu kararda, umarım,
Ertepınar'ın Ankara'da "Coşkun Ertepınar İlköğretim Okulu"nu
yaptırmasının payı yoktur.) Karar sayısı 415, tarihi 6.9.1993. Tebliğler
Dergisi'nin 2393. sayısında duyurulmuş.
Değişikler
ve eklemeler
yapılmış da, izlence daha mı iyi olmuş? Hayır. Yalnızca, birtakım yanlışlarını
düzeltmişler, unuttukları birtakım yazar ve ozanları eklemişler. O kadar...
Program çok mu kötü? Evet, çok kötü.
Neden mi? Eski programdan daha da geri
de, ondan. Çağdışı tutum ve yaklaşımları da cabası.
Eski
program
dediğimiz, Bakan Tevfik İleri döneminde 7 Ekim 1957'de hazırlanan izlencedir
(976
Sayılı Tebliğler Dergisi). Ülkemizde uzun yıllar uygulandı. Şu anda yürürlükte
olan program -büyük ölçüde- ona
dayanıyor.
Ancak 1957'de hazırlanan
izlencenin özgürlükçü bir yanı da vardı. Şöyle deniyordu: "Okuma programına, edebiyatımızın belli başlı devrelerini ve
bölümlerini temsil eden şahsiyetlerden bir kısmının adları alınmıştır,
öğretmen, gerek bunlardan, gerek programda adları belirtilmemiş bulunan mühim
şahsiyetlerden bizzat seçeceği metinleri, zamanının
müsaadesi nisbetinde, okutacaktır." Daha sonra “Ders Konulan, I.
Sınıf” bölümünde birtakım adlar sayıldıktan sonra "b) XX. yüzyıl edebiyatımızdan seçilmiş başka örnekler"e
izin veriliyordu. (Benzer durum öbür sınıflar için de geçerliydi.) Bu tür yaklaşımlara
dayanarak ders kitabı yazarı da, öğretmen de -izlencede adı geçmeyen-
Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Ahmed
Arif, Ataol Behramoğlu... ve benzerlerinden örnekler verebilirdi. (Bu durum
Batı edebiyatı için de geçerliydi.)
Şimdiki izlence ise âyet gibi. Kendisinden bir harf bile
dışarı çıkılmasına izin vermiyor. Kitap yazarının da, öğretmenin de elini
kolunu bağlıyor. Programın yapıcısı da, bekçisi de Talim ve Terbiye Kurulu; ama
nedense, gericiliğe hoşgörüyle bakan bu Kurul, ilericiliğe hiç geçit vermiyor.
Göz bile açtırmıyor. Müfredat dışı
dedi mi, iş bitiyor.
Elimizdeki izlence, yapıldığından
bu yana çeşitli kişi ve kurumlarca, öğretmenlerce eleştirildi. İzlenceyi sıcağı
sıcağına eleştirenlerden biri Osman Nuri Poyrazoğlu'ydu. "Evlere Şenlik" Bir İzlence başlıklı yazısı Kasım 1992'de
Öğretmen Dünyası'nda yayımlandı. Edebiyatçılar Derneği Mart 1993'te bu
izlencenin edebiyat bölümünü eleştiren bir raporu kamuoyuna sundu. Bu konudaki
en son yazı, Liselerde Yazın Öğretimi
başlığı ve İsmail Erten imzasıyla Çağdaş Türk Dili'nin Ağustos 1998 sayısında
yayımlandı.
Eleştiriler, eleştiriler... Peki,
gerici-dinci kesim ne yaptı? Tık yok... Onların da rahatsızlıkları vardır belki
Tevfik Fikret'ten, Orhan Kemal'den, Yaşar Kemal'den. "Yahu, bunlara ne
gerek vardı?" demişlerdir belki de. Gerçekte bu birkaç ad da durumu idare
etmek için, Karagöz'deki göstermelik niyetine...
Nâzım'dansa Orhan Veli'yi almak, Nihat Atsız'ı koyabilmek için Yaşar Kemal'e
katlanmak gerekiyordu.
Söz konusu izlence için,
andığımız yazılardaki tüm görüş ve önerilere katılıyoruz. Biz; bu izlenceye
göre ne tür kitaplar yazılmış? Önemli yanlışlar, eksikler, çelişkiler, bilimdışı
tutumlar var mı? Gençlerimiz ne tür kitaplarla karşı karşıya gibi sorularla
araştırmaya başladık. Gördük ki, yazmaya değer çok şey var. Dizgi ve yazım
yanlışlarını geçtik. Konumuz bu değildi. Metin seçimini incelemedik. Talim ve
Terbiye Kurulu, seçkin eserler olsun
demiş; millî kültürümüz, örf ve âdetlerimiz ve millî menfaatlerimiz
demiş ve din adamlarıyla, eskilerle doldurmuş programı. Kitap yazarlarının
"oyun alanı"nı iyice daraltmış. Koymuşsun Nihat Atsız'ı, Erzurumlu
İbrahim Hakkı'yı, Aziz Mahmut Hüdaî'yi; yazar nesini seçsin?..
Sonuçta incelememizi şu başlıklar
altında topladık: Yanlı ve Gerici Yorumlar; Bilimsel Yanlışlar, Doğruluğu
Kuşkulu Bilgiler, Eksiklikler; Çelişkiler. ("Dil Yanlışları" da bizce
önemliydi; bunları da saptadık ve başka bir yazımızla göstereceğiz.)
***
Ağustos 1998'de yayımlanan 2491
Sayılı Tebliğler Dergisi'nde duyurulan Edebiyat kitaplarından bu yazıda
incelenenler şunlardır:
Nurer
UĞURLU, Edebiyat-2, Örgün Yayınları,
İstanbul, 1996.
Nurer
UĞURLU, Edebiyat-3, Örgün Yayınları,
İstanbul, 1996.
Prof.
Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Kâzım YETİŞ, Doç. Dr. Necati BİRİNCİ, Edebiyat-1, Bayrak Basım/Yayım/Tanıtım,
İstanbul, 1995.
Prof.
Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Kâzım YETİŞ, Doç. Dr. Necati BİRİNCİ, Edebiyat-2, Bayrak Basım/Yayım/Tanıtım,
İstanbul, 1995.
Prof.
Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Kâzım YETİŞ, Doç. Dr. Necati BİRİNCİ, Edebiyat-3, Bayrak Basım/Yayım/Tanıtım,
İstanbul, 1996.
Prof.
Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Kâzım YETİŞ, Doç. Dr. Necati BİRİNCİ, Edebiyat-4, Bayrak Basım/Yayım/Tanıtım, İstanbul,
1996.
Muhittin
KÜÇÜK, Aziz KILINÇ, Musa ŞENOL, Ali AVCI, Edebiyat-1,
Sürat Yayınları, İstanbul, 1996.
Muhittin
KÜÇÜK, Aziz KILINÇ, Musa ŞENOL, Ali AVCI, Edebiyat-3,
Sürat Yayınları, İstanbul, ?
Muhittin
KÜÇÜK, Aziz KILINÇ, Musa ŞENOL, Ali AVCI, Edebiyat-4,
Sürat Yayınları, İstanbul, ?
Mustafa
ALAN, Hilmi KURTOĞLU, Edebiyat-2, Oran
Yayıncılık ve San. Ltd. Şti., İzmir, 1996.
Mustafa
ALAN, Hilmi KURTOĞLU, Edebiyat-4, Oran
Yayıncılık ve San. Ltd. Şti., İzmir, 1996.
Prof.
Dr. Sadık K. TURAL, Prof. Dr. Şerif AKTAŞ, Öğr. İdris KARAKUŞ, Edebiyat-1, Deniz Yayınevi, İstanbul,
1996.
Mahir
ÜNLÜ, Ömer ÖZCAN, Edebiyat-1, İnkılâp
Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş., İstanbul, ?
Mahir
ÜNLÜ, Ömer ÖZCAN, Edebiyat-2, İnkılâp
Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş., İstanbul, ?
Melahat
KOYUNCU, Mustafa KOYUNCU, Sabiha SÖNMEZ, Edebiyat-1,
Pasifik Ders Kitapları A.Ş., Ankara, ?
Melahat
KOYUNCU, Mustafa KOYUNCU, Sabiha SÖNMEZ,
Edebiyat-3, Pasifik Ders Kitapları A.Ş., Ankara, ?
Melahat
KOYUNCU, Mustafa KOYUNCU, Sabiha SÖNMEZ,
Mehmet İLTER, Edebiyat-4, Pasifik
Ders Kitapları A.Ş., Ankara, ?
Prof.
Dr. Abdurrahman GÜZEL, Dr. Ali TORUN, Murat ÖZBAY, Dr. Himmet BİRAY, Musa
ÇİFTÇİ, Edebiyat-1 (ciltli), Ders
Kitapları A.Ş., İstanbul, 1996.
Prof.
Dr. Abdurrahman GÜZEL, Dr. Ali TORUN, Murat ÖZBAY, Dr. Himmet BİRAY, Musa
ÇİFTÇİ, Edebiyat-2 (ciltli), Ders
Kitapları A.Ş., İstanbul, 1995.
Prof.
Dr. Abdurrahman GÜZEL, Dr. Ali TORUN, Murat ÖZBAY, Dr. Himmet BİRAY, Musa
ÇİFTÇİ, Edebiyat-3 (ciltli), Ders
Kitapları A.Ş., İstanbul, 1995.
Prof.
Dr. Abdurrahman GÜZEL, Dr. Ali TORUN, Murat ÖZBAY, Dr. Himmet BİRAY, Musa
ÇİFTÇİ, Edebiyat-4 (ciltli), Ders
Kitapları A.Ş., İstanbul, 1995.
Prof.
Dr. Sadık K.TURAL, Prof. Dr. Şerif AKTAŞ, Öğr. İdris KARAKUŞ, Edebiyat-1, Deniz Yayınevi, İstanbul,
1996.
(Bu
yazının içinde tam adlarını vermeye gerek duymadık. Hepsi de "Edebiyat"
adını taşıyor. Örneğin, İnkılâp-1, bu yayınevinin "Edebiyat-1" kitabı
anlamına geliyor.)
YANLI
VE GERİCİ YORUMLAR
"Dil"
Neymiş!
Bizce
dil, Hz. Adem ve Hz. Havva ile birlikte insanlığa sunulmuş en büyük
hediyelerden biridir. (Sürat-3, s. 12)
Ne kadar bilimsel bir
"dil" tanımı! Bu kitap, "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi"
dersi için olsaydı; bu tanım yakışırdı; ama "edebiyat bilimi"
ışığında yazılması gereken bir kitaba yakışmıyor.
İnsanlığın
mutluluğunu makinalaşmada gören pozitivizm ve bütün gerçeği gördüklerinden
ibaret sayan realizm de Türk fikir ve sanat hayatında böyle bir ortamda
etkisini göstermiştir. (Sürat-3, s.65)
Yorumsuz...
Bu
sert tavır biraz da Namık Kemâl'in mizacından kaynaklanmaktadır. Aslında o
günlerde Osmanlı Devleti'nin çok karışık bir dönemi yaşadığı göz önüne
alınırsa, Türk aydınlarının Osmanlı idaresini böylesine ağır tenkitlerle
yıpratmasının uygun olmayacağı anlaşılabilir. (...) Haklı olmayan çok ağır
tenkitler yapılmıştır. (Sürat-3, s. 97)
Burada "Osmanlı
idaresi" 2. Abdülhamit oluyor. "Edebiyat" kitabı yazarlarımız
"Namık Kemal-Ziya Paşa-Şinasi... gibileri"ne karşı "yüz yıl
sonra" bile olsa, sevgili padişahlarının yanında saf tutuyorlar.
Abdülhamid
Hayranlığı
Onların
böyle bir anlayışa yönelmesinde Sultan II. Abdülhamid'in, devrin şartları icabı
devletin menfaatlerini koruyabilmek için uyguladığı sıkı idarenin yanında,
kendi karakterlerinin de rolü olmuştur. ("karekter"deki yanlışı düzelttik. A.T.) (Sürat-3, s. 115)
"İstibdat"ın, kitap
yazarları dilindeki adı "sıkı idare". "Onlar" dedikleri,
Servet-i Fünuncular. Anlayacağınız, bütün suç 2. Abdülhamit'te değil.
"Karakter"leri sıksaydı da, onlar da Namık Kemal gibi "toplum
için sanat"ı savunsalardı...
Fikri
ve felsefi temelini pozitivizmden alan parnasizm, her şeyi madde ile
sınırlandırır; ruha ve imana karşı çıkar. (Sürat-3, s. 144)
"Bilgi"ler bu denli
çarpıtılır mı? Bu denli "yanlı" olunur mu bir ders kitabında?..
Tevfik
Fikret ve Atatürk Düşmanlığı
(Tevfik
Fikret) (...) gerek idare, gerekse milletin mefahiri aleyhinde gayet aşırı ye
ağır bir şekilde şiirler, yazılar yazdı, (mefahir: Övünülecek şeyler. A.T.) (Sürat-3, s. 145)
Liseli genç "mefahir"i
ne bilsin, hemen "milletin aleyhinde" diye düşünecek. Gerçi kitap
yazarları da bunu demek istiyorlar. Tevfik Fikret gibi -o dönemde- yalnızca
ulusunun değil, tüm insanlığın mutluluğunu istemiş kaç şairimiz vardır?
Atatürk'ün "örnek" gösterdiği "büyük" bir şairimiz,
öğrencilere böyle mi tanıtılır? Hadi, yazarlar böyle düşünüyor; ya bu kitaplara
kim "tavsiye kararı" veriyor?
Nitekim
İstanbul'dan bir şey yapılamayacağını anlayan Osmanlı devletinin son padişahı
Sultan Vahdeddin de Anadolu'da başlayan Millî Mücadele hareketini el altından
desteklemiş ve bu hareketleri organize etmek üzere de Mustafa Kemâl Paşa'yı
özel yetkilerle Anadolu'ya göndermiştir. (Sürat-3, s.243)
Bu tür "yorum"lar
şeriatçı yayınlarda görülüyordu. Talim ve Terbiye Kurulu'nun 14 Ocak 1994'teki
85 sayılı bu tavsiye kararından sonra ders kitaplarında da görülüyor. Bu bilgi,
tarihsel gerçekleri çarpıtıyor. Vahdeddin "Millî Mücadeleyi desteklediği
için" mi, İngiliz uçaklarıyla "Mustafa Kemal'in katli vaciptir"
bildirilerini Anadolu'ya dağıttırdı? Ya İngiliz gemileriyle kaçmasına ne demeli?
'
Roman
kişilerinden olan Hacı Eşkıya'nın adında geçen "Hacı" kelimesi sadece
bir lâkaptır. (Sürat-4, s. 129)
Gençler "sakın ola ki"
yanlış anlamayın; bu Hacı, "hacı macı" değil...
MHP-BBP
İdeolojisi
(Bulgaristan'da)
Bu zulüm kominist rejim yıkılıncaya kadar devam etti. (Sürat-4, s.216)
Diğer
Türk topluluklarında olduğu gibi Özbekler de Sovyet rejimi altında ağır baskı
ve zulümlere maruz kalmışlardır. (Sürat-4, s.261)
Çin
idaresi altındaki Uygur Türkleri, XIX. yüzyılın başlarından itibaren yıllarca
ağır baskılarla, katliamlarla, sürgünlerle sindirilmeye ve asimile edilmeye
çalışılmaktadır. (Sürat-4, s.271)
Daha
sonra gelen yönetimler, kominist ve totaliter rejimler Türkleri ve
müslümanları eritmek ve sindirmek için değişik yollara başvurmuşlar; (...)
(Sürat-4, s.273)
Edebiyat ders kitabı değil de,
sanki MHP ya da BBP bildirisi...
BİLİMSEL
YANLIŞLAR
Destan
Sorunu
Eser
(Oğuz Kağan Destanı), destan türünün bütün özelliklerini taşımaktadır.
(Örgün-2, s.31)
Hayır, ne yazık ki, Türk
destanlarının hiçbiri böyle değildir. Çünkü destanların son aşaması olan
"bir büyük ozanca yazıya geçirilmesi" olgusu bizde
gerçekleşmemiştir. (İnkılâp-2, s.31'de de benzer bilgi var.)
(Kül
Tigin Anıtı) Piramit şeklindedir. (Örgün-2, s. 39)
Piramitin dört yüzü de üçgen
biçimindedir. Oysa Orhun Anıtları daha çok dikdörtgen prizmaya benzer. Bu
bilginin arka sayfasında "Kül Tigin Anıtı" yazan bir fotoğraf var.
Buradaki dikili taş da piramit olmadığını kanıtlar gibi duruyor. (Oran-2,
s.34'te de "piramit şekli" yanlış bilgisi var.)
(...)
Divân-ü Lûgati't-Türk, ilk Arapça-Türkçe sözlüktür. (Örgün-2, s.70)
Hayır, Türkçe-Arapça sözlüktür;
çünkü madde başı sözcükler Türkçedir.
Yunus
Emre'nin, Allah aşkı ve inancıyla söylediği ilâhîler ve nefesler Türkçenin en
güzel nazım örnekleridir. (Örgün-2, s.94)
Bektaşi
tekkelerinde söylenen ilahilere nefes (...) adı verilir. (Örgün-2, s.95)
İkinci bilgi de (ve yazarın
ilerideki açıklamaları da), Yunus Emre'nin bu yoldaki şiirlerine ilâhî
dendiğini, "nefes" denmediğini gösteriyor.
Tarih
yazarlığı (vak'anüvis) Osmanlı Devleti'nde resmî bir memurluktu. (Örgün-2,
s.219)
Vak'anüvis “tarih yazarı”dır;
"tarih yazarlığı" değildir. Daha da doğrusu
"vak"anüvis" "zamanın olaylarını yazmakla görevli resmi
devlet tarihçisi"dir.
Tenkit,
deneme, tarih, gezi yazısı, hatıra, hikâye, roman gibi bir edebiyat türüdür. (Örgün-3,
s. 124)
"Tarih" günümüzde bir
bilim dalıdır, edebiyat türü değildir.
Tevfik
Fikret, II. Meşrutiyet'ten sonra (1908) yazdığı şiirlerde toplumla ilgili
olaylara ve konulara yönelmiştir. (Örgün-3, s. 135)
Hayır, Tevfik Fikret 1908'den önce de "Sabah Olursa", "Tarih-i Kadim" (1905) gibi şiirlerini yazıyordu; ancak baskıcı yönetim nedeniyle "toplumsal şiirleri"ni yayımlayamıyordu. Ama yine de bu şiirler elden ele gizlice dolaşıyordu.
"Gökalp'in"
değil
Gökalp'in
(Örgün-3, s. 189, 191, 268)
Bu sözcük "Gökalp'ın"
diye yazılmalıydı. Basit bir yazım yanlışı gibi görünen bu durumun ardında
bilgi eksikliği söz konusudur. Çünkü "alp" sözcüğü Türkçedir ve
"a" kalın ünlüsünün yanındaki "1" ince değildir.
Dolayısıyla bu heceden sonra gelecek ünlü de ('a'ya bağlı olarak) kalın olur.
(Bayrak-2, s.22; Sürat-3, s.201; D.K-3, s. 19; Pasifık-3, s. 107, 108, 109'da
benzer yanlış var.)
Taşlıcalı
Yahya, Murabba başlıklı bu şiirinde (...) (İnkılâp-1, s. 114)
Divan şiirinde başlık yoktur.
Yazarların da belirttiği gibi "murabba" bir nazım biçimidir.
Bağlaç-İlgeç
Karışıklığı
(...)
"ile" bağlacının eski Türkler'de kullanılmış şekline savlardan
örnekler gösteriniz. (Oran-2, s. 24)
"Örnekler" yok,
"bir" örnek var: "Alplar birle uruşma, begler birle turuşma.
(Alplarla vuruşma, beylerle duruşma.)" Burada "ile"nin eski
biçimi "birle" bağlaç değil, "ilgeç (: edat)"tir.
Hikâyede
geçen olmagıl kelimesindeki -gıl emir eki ile "-ince",
"-erek" bağ fiilleri, yerine kullanılan, -icek, -üben ekleri Oğuzca'ya
mahsus dil özelliklerindendir. (Oran-2, s. 126)
Kitabın pek çok yerinde
"-erek bağ fiili" sözüne benzer kullanımlar var. Oysa "-erek
vb." bağ fiil değil, "bağ fiil eki"dir. Bu yüzden "-erek
yapılı bağ fiil" denmesi gerekir.
Bazı
kelimelerin ismin belirtme hâlini almadığı görülmektedir: işin (işini), kadrin
(kadrini)... gibi (Oran-2, s.163)
Hayır, doğru değil. 16. yy.
Türkçesinde belirtme durumu (: -i hali) eklerinden biri de "-n"dir.
(Ayrıntılı bilgi için Muharrem Ergin'in Dilbilgisi'ne bakılabilir.)
"Kara
gökler", "karanlık sokak", "kül rengi bulutlar",
"soğuk taşlar" benzetmeleri şairin ruh hâlini gösteren ifadelerdir.
(Oran-4, s.21)
Buradaki anlatımların hiçbirinde
"benzetme" yoktur. Bir ölçüde "kül rengi" sözünde
düşünülebilir; ama o da şairin yaptığı bir benzetme değildir.
"Hecede
Durak" Karışıklığı
Şiir
koşma nazım şekliyle ve hece vezninin 4+4=8'li kalıbıyla söylenmiştir. (Oran-4,
s. 172)
Hayır, bu durağa uymayan dizeler
de vardır: "Dünyaya geldiğim anda/Yürüdüm aynı zamanda" gibi…
Şiir,
hece ölçüsünün 6+5=11 'li kalıbıyla söylenmiştir. (Oran-4, s. 178)
Hayır. "Gördüğün- her güzele
de aldanma/Saç ağarsın beli bükülsün de gör" gibi duraksız; "Kara
toprak insanları yoğurur" gibi 4+4+3 duraklı dizeler de var.
Okuduğunuz
şiir, koşma nazım şeklinin 6+5=11'li hece vezniyle söylenmiştir. (Oran-4, s.
181)
Hayır. Şiirin ilk dizesi 4+4+3
duraklıdır: "Başım duman gözüm yaşlı dolandım"
Bent,
bir fikri, bir duyguyu anlatan ve bölümleri beş veya daha çok mısralardan
oluşan uzun şiirlere denir. (Bayrak-1, s.60)
Yanlış bir tanım...
"Bent" bir şiir biçimi gibi gösteriliyor. Bir başka yanlış da
"beş ya da daha çok dize" koşulu aranması... "Bent" kısaca
"bölüm" demektir. Şiirlerin her bölümüne "bent" denebilir.
İki dizelik bölümlere bile "bent" denmiştir.
Uyak
Tanımı
Bir
sesli ile bir sessiz veya sadece bir sesli harf benzerliğine dayanan kafiyeye
tam kafiye denir. (Bayrak, 1, s.68)
Uyak (: kafiye) konusunda değişik
yaklaşımlar var; ama buradaki durum öyle değil. "Bir sesli" ile
"tam uyak" yapılmaz. Ancak Arapça ve Farsça sözcüklerde görülen uzun
ünlülerle yapılan uyaklar “tam” sayılır. "Yalnız
Arapça veya Farsça'dan geçen kelimelerdeki bir uzun sesli ile bir sessiz
benzerliği de zengin kafiye sayılır." (s.68) bilgisinin doğruluğu da
su götürür.
Koşmalar
aşktan, tabiat güzelliklerine, yiğitlikten yargıya kadar çeşitli konuları
işlerler. (Bayrak- I, s. 107)
Koşmalarda "yargı"
nasıl işleniyor? Yoksa bu sözcük "yergi" mi olmalıydı?..
Seci,
nesirde belirli aralıklarla aynı seslerin tekrarlanmasıdır. (Bayrak-2, s. 136)
Hayır, "seci"
düzyazıdaki uyaktır.
Alp
Er Tunga ismi aşağıdakilerden hangi eserde geçer?
a)
Tazarrunâme b) Divan-ı Hikmet c) Saltuknâme) d) Şehname e) Mesnevî (Bayrak-2,
s.258)
Alp Er Tunga adı, hiçbirinde
geçmez. Yalnızca Şehnâme'de "Efrasiyab" diye adı geçen kişinin Alp Er
Tunga olduğu sanılıyor.
Seyranı
şiirinin ana fikrini çektim sözünde
duyurmaya çalışıyor. (Bayrak-3, s.43)
Şiirde "ana fikir"
olmaz; "ana duygu", "tema" gibi kavramlar olabilir.
"Garipçiler"
Kimlerdir?
Aşağıdakilerden
hangileri Garip Hareketi'ni başlatmışlardır?
a)
Faruk Nafiz Çamlıbel, Arif Nihat Asya, Orhan Veli Kanık
b)
Ahmet Kutsi Tecer, Oktay Rıfat Horozcu, Melih Cevdet Anday
c)
Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Attila İlhan
d)
Attila İlhan, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu
e)
Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat Horozcu, Yusuf Ziya Ortaç (Bayrak-4, s.296)
Bu sorunun yanıtı yok; çünkü
"Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat Horozcu" hiçbir
seçenekte verilmemiş. (Ayrıca "Rıfat" değil, "Rifat".)
Anonim
kelimesinin sözlük anlamı da ortaklık, birden fazla kişinin ortak olduğu
işletme demektir. (Sürat-1, s.65)
Anonim "1. Yapanın adı
bilinmeyen (yapıt). 2. Anamalı paylara bölünmüş olan ve her ortağın sorumluluğu
anamaldaki payıyla sınırlı bulunan (ortaklık)." demektir; yani
"işletme" değildir.
İslâm
tasavvufunun kaynağı Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in
(s.a.v) hadisleridir. (Sürat-1, s.78)
"islâm tasavvufu" demek
doğru değildir; çünkü “İslâm olmayan tasavvuf” yoktur. Daha da önemlisi,
tasavvufun kaynağı yalnızca İslâmlık değildir. Ağırlık onda olmak üzere
"Musevilik, Hıristiyanlık, Budizm, Brahmanizm gibi dinlerle ilkçağ Yunan
felsefesinin kalıntıları" da tasavvuf felsefesini etkilemiştir.
Okuduğunuz
şiir bir gazel örneğidir. Türk edebiyatına Arap edebiyatından girmiştir.
(Sürat-1, s. 115)
Gazel, İran edebiyatından
girmiştir.
Buna
da med (uzatma) denir. (Sürat-1, s. 134)
“İmale”ye uzatma denir,
"med" bir buçuk hecedir.
"Murabba"ların
kafiye örgüsü burada olduğu gibi:
I
______________a
______________a
______________a
______________a
II
______________b
______________b
______________b
______________b
III
______________c
______________c
______________c
______________c
şeklindedir. Yani
ilk dörtlük kendi arasında kafiyeli, diğer dörtlüklerin son mısraı ilk
dörtlükle, diğer mısraları da kendi arasında kafiyelidir. (Sürat-1, 15.144)
Şemada yanlışlık var. Altındaki
bilgiye göre şemanın "aaaa/bbba/ccca" biçiminde olması gerekir.
İki
Yanıtlı Soru
"Kara gözler,
kara gözler
Kararmış kara
gözler
Gemim deryâda kaldı
Yelkenim kara
gözler."
Yukarıdaki mani,
hangi mani türüne girer?
A) Ayaklı mani B)
Düz mani C) Cinaslı mani D) Yedekli mani E) Güzelleme (Sürat-1, s. 159)
Sorunu iki yanıtı var:
"Ayaklı mani" ile "Cinaslı mani" aynı şeydir.
(...)
Guy De Maupassant (Guy Dö Mopassant) (...) (Sürat-1, s. 170)
Yazarın soyadı yanlış okunmuş.
Doğrusu "Mopasan"dır.
(Romanda)
Kişiler arasında yapılan uzun konuşmalara da tirat denir. (Sürat-1, s.205)
Hayır, "tirat"
"bir tiyatro oyununda oyuncuların uzun soluklu konuşması"dır.
Nutuk
Bilinmezse...
Onun
değişik zamanlarda meclis üyelerine ve halka karşı yaptığı konuşmalar birer
hitabet örneğidir. Bu konuşmalar Nutuk adlı eserde toplanmıştır. (Sürat-1, s.
261)
Hayır. Yazarların
"Nutuk"u hiç tanımadıkları belli. Adnan Binyazar'ın deyimiyle
"Söylev, 1919- 1927 döneminde, Atatürk'ün kendi kaleminden çıkmış bir
özyaşam öyküsüdür."
Atatürk
bu nutkunda, Cumhuriyetin kuruluşundan o ana kadar geçen on yıllık sürenin
değerlendirilmesini yapmakta, bu süre içinde büyük ve önemli işlerin
yapıldığını ifade etmektedir. (Sürat-1, s.263)
Bu bilgi yanlıştır; çünkü Onuncu
Yıl Nutku'nda Atatürk "on beş yıllık süre"yi değerlendirir. Bunu
konuşmasına başlarken de, konuşmasının sonunda da vurgular: "Kurtuluş
Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız.", "On beş yıldan
beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin."
(Ayrıca yazarların bir dil yanlışını da düzeltelim:
"değerlendirilmesini" sözcüğü "değerlendirmesini" olacak.)
(Jan
Valjan) Çaldığı bir ekmek yüzünden on dokuz yıl kürek çekmeye mahkûm olmuş
(...) (Sürat- 3, s.57)
Jan Valjan "kürek
cezası"na çarptırılmıştır; bu da "ağır hapis" demektir. (Daha
önceleri bu ceza, "gemilerde kürek çekme" biçiminde uygulanmıştır.)
Şair
mi, Yazar mı?
Yukarıda
sözü edilen yazar kimdir? (Sürat-3, s. 85)
Oysa paragrafta hep şiirlerinden
söz ediliyor. "Yazar" değil, "ozan (şair)" olmalı.
Fıkra
yazarından, makalelerde olduğu gibi düşüncelerin ispatlanması beklenmez.
Yazarın kesin bir iddiası yoktur. (Sürat-3, s. 175)
Düşünce yazısı olan
"fıkra"larda yazarın "iddia"sı olur; bu iddia kesin de
olabilir. Yazar, görüşlerine "kanıt"lar da gösterebilir; ama
bilimsel kanıtlar göstermek zorunda değildir. (Birinci tümcedeki dil yanlışını
düzeltelim: "düşüncelerin ispatlanması" "düşüncelerini
ispatlaması" olacak.)
İkinci
Dünya Savaşı'nın sonundan Cumhuriyet'e kadar geçen süreye "mütareke
yılları" denmektedir.
(Tümcenin sonundaki nokta eksiğini giderdik. A.T.) (Sürat-4, s.24)
İkinci Dünya Savaşı 1939-1945
yılları arasında olmuştur. Yazarların demek istediği "Birinci Dünya
Savaşı"dır.
Behçet
Necatigil, 1950'den sonra şiirde kapalı bir anlatım savunan ve Türk şiirinin
bütün geleneklerine karşı çıkan II. Yeni Hareketi'ne öncülük etmiştir.
(Sürat-4, s.62)
Yanlış bilgiler... Behçet
Necatigil'in 2. Yeniler'e öncülük etmesini bırakın, o, bu topluluktan etkilenmemiştir
bile. Ayrıca "İkinci Yeni" anlayışı 1954- 1960 yılları arasında
etkili olmuştur.
"Kıta"
Dörtlük müdür?
Dört
mısradan oluşan ve bütünlük arz eden nazım parçalarına dörtlük (kıta) denir.
(Deniz-1, s.45)
Dörtlük ile kıta özdeş
gösteriliyor; oysa şiirdeki "bölüm"lerin her biri
"kıta"dır. Dolayısıyla dize sayısı "dört"le sınırlı
değildir.
Şiirin
mühim bir unsuru da şekildir. Şiirde şekil derken, söyleyiş ve ifade bakımından
bir birlik, bütünlük ifade eden yapıyı anlıyoruz. (Deniz-1, s.50)
Yazarlar "şiirde
biçim"i anlatamıyor. Şiirde biçim denince "dize kümelenişi, ölçü,
uyak, redif, aliterasyon... vb." anlaşılır.
Assonans:
Ünlü harflerin bir veya birkaç mısrada tekrarı ile sağlanan ses uygunluğudur.
(Deniz-1, s.51)
Fransızca assonance (asonans)
sözcüğü "yarım uyak" demektir. Yukarıdaki bilgi, yanlıştır.
Türk
Halk Edebiyatı'nda güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıt, hikâye, destan, muamma
ve ninni gibi nazım türleri vardır. (Deniz-1, s.76)
Türk Halk Edebiyatı'nda
"hikâye" diye bir nazım türü yoktur. Nazım-düzyazı karışımı halk
öyküleri vardır; ama onlar da "nazım türü" sayılamaz.
Yazıldı
mı, Söylendi mi?
6+5=11
'li hece vezni ile yazılmıştır. (Deniz-1, s.87)
Âşık Veysel'in "Sazım"a
şiiri için söylenen bu tümce doğru değildir. Çünkü 4+4+3 duraklı dizeler de vardır:
“Bebe gibi kollarımda yaylattım//Pençe vurup sarı teli sızlatma” gibi.
Okuduğunuz
şiir 4+4=8'li hece vezni ile yazılmış bir türküdür. (Deniz-1, s. 106)
Hayır. 4+4'e uymayan dizeler de
vardır: "Yürüktür bizim atımız/ Yardan atlattı zatımız" gibi.
Ayrıca
Erzurumlu Emrah, bu şiiri yazmamış, "söylemiştir". (Benzer
yanlışlık, önceki tümcede de var.)
Okuduğunuz
şiir, 6+5=11'li hece vezniyle yazılmış, yazarı veya söyleyeni bilinmeyen bir
halk türküsüdür. (Deniz-1, s. 110)
1. Şiirin ölçüsü, her yerde 11'li
değildir. Şiirin kavuştak bölümü olan "Adı Yemen'dir, gülü çimendir/Giden
gelmiyor, acep nedendir/Burası Muş'tur, yolu yokuştur/Giden gelmiyor, acep ne
iştir" dizelerinin ölçüsü 10'ludur.
2. Bu türkü yazılmamış,
"söylenmiş"tir.
3. Şiirlerin yazarı olmaz,
"ozanı (: şairi)" olur.
Okuduğunuz
türküde ikinci ve dördüncü dörtlükler kavuştak olup, aynen tekrar edildiği
için de nakarattır. (Deniz-1, s. 110)
Kavuştak ile nakarat ayrı
kavramlarmış gibi anlatılıyor. Oysa ikisi de özdeştir; "kavuştak"
Halk Şiirindeki, "nakarat" Divan Şiirindeki adıdır.
Ulama-Vasl
Sonu
ünsüz ile biten bir kelimeden sonra gelen kelimenin ilk harfi ünlü ile
başlıyorsa, ilk kelimenin sonundaki ünsüz, ikinci kelimenin başında gibi
okunur. Buna "ulama" denir. İlk kelimenin kapalı olan son hecesi de
açılmış olur. Buna da vasl denir. (Deniz-1, s. 129)
Ulama ile vasl ayrı şeylermiş
gibi gösteriliyor. Oysa bunlar özdeştir; "ulama" Türkçesi, "vasl"
Arapçasıdır.
Türkçe'yi
(Kesme imi
olmamalıydı. A.T.) mûsıkî bakımından
zenginleştiren unsurlardan biri de ulama'dır. (Deniz-1, s. 153)
Yazarlar, ulamaya böyle bir
özelliği neye dayanarak yüklüyorlar, anlayamadım. Ulama, Türkçenin bir
özelliğidir; ama bunun "musıkî"yle ilgisi yoktur.
Onun
kısa hikâyelerinde olay veya durum değil, duyumlar (Algılamalar, hissetmeler) ("A" küçük olmalıydı) yer tutar. (Deniz-1, s. 171)
Durum (-kesit) öyküsünün Türk
Edebiyatında ilk örneklerini veren Sait Faik'in Öykülerinde "durum"
nasıl olmaz?
"Nutuk"un
Tarihi
Nutuk,
Atatürk'ün yaptığı tarihî bir konuşmadır. Bu konuşma 15 Ekim 1922'de başlamış
ve 36,5 saat (altı gün) devam etmiştir. (D.K-1, s.28)
Atatürk "Nutuk
(:Söylev)" adıyla da yayımlanan bu konuşmasını 1922'de değil, 1927'de
yapmıştır.
İstiklâl
Marşı'mız tür bakımından bir nazımdır. (D.K-1, s.40)
Anlatım biçimleri "nazım" ve "düzyazı (:nesir)" diye
ikiye ayrılır. Dolayısıyla "tür" sözcüğü "biçim" olmalıdır.
Nazım
birimi, en az iki mısra olmak üzere üç, dört, beş veya daha fazla mısradan
oluşabilir. (D.K- 1, s.51)
Nazımda en küçük birim "dize
(: mısra)"dir.
Ancak
mesnevîde anlam bir beyitte tamamlanıp diğer beyte geçmediği hâlde, bu şiirde
anlamın birkaç mısrada tamamlandığını görüyoruz. (D.K-1 s.70)
Bu tümcedeki mısrada sözcüğü "beyitte" olmalıdır; çünkü mesnevilerde
anlamın bir beyitte tamamlandığı, söz konusu şiirde ise tamamlanmadığı
anlatılmak isteniyor.
Okuduğunuz
şiirin her birimi iki mısradan oluşmaktadır. Tanzimat sonrası Türk
edebiyatında görülen bu nazım şekline "ikili" denmektedir. (D.K-1,
s.70)
"İkili dize" (ya da
"iki dizeli nazım birimi") Tanzimat'tan sonra mı görülüyor? Divan
Edebiyatı, neredeyse bu nazım birimi üzerine kurulu.
yeğ-i-miş
(D.K-1, s.87)
Burada bir şiirin (hece) ölçüsü
gösterilirken, heceleme yanlış yapılmıştır. Çünkü -ulama gereği-
"ye-ği-miş" biçiminde olmalıydı.
"Cönk"
Nedir?
Âşıklar
şiirlerini "cönk" veya "mecmu'a" denilen defterlerde
toplamışlardır. (D.K-1, s. 104)
Hayır, cönk ve mecmu'aları
yazanlar, birtakım edebiyatseverlerdir. (Benzer yanlış, Pasifik-1, s.40'ta da
var.)
Kır
Romanı (D.K-1, s.184)
Hayır, buna "Köy
Romanı" denir.
XVIII.
yüzyıl, Osmanlı Devleti'nin gerileme ve yıkılma dönemlerinin peşpeşe yaşandığı
bir yüzyıldır. (D.K-2, s.232)
Osmanlı Devleti, XX. yüzyılın ilk
çeyreğinde yıkılmıştır.
Mefâîlün/mefâîlün/mefâilün/mefâîlün
(D.K-3, s.28)
. — . — /. — . — /. — . — /. — . — /
1. Üçüncü "mefâilün",
"mefâîlün" olmalı.
2. Kalıbın altındaki imler “. — .
—" biçiminde değil, ". —
— —" olmalıdır.
John
Steinbeck (Con Şteynbek) (D.K-3, s.50)
Steinbeck
(Ştaynbek, D.K-3, s.58)
Yazarın soyadının okunuşu değişik
biçimlerde veriliyor.
İkinci
mısrada "asma" üzüm veren bitki anlamında kullanılırken, dördüncü
mısrada asmak fiili olarak kullanılmıştır. (Pasifik-1, s.29)
"Ben yârimden
ayrılmam/Götürseler asmaya" dizelerindeki "asma" fiil değil,
fiilimsi (: eylemsi)dir.
Nutuk,
deme, devriye gibi dinî-tasavvufî konulu nazım şekilleri de vardır. (Pasifik-1,
s.50) Bunlar
nazım şekli değil, "nazım türü"dür.
Tema-Konu
Ayrımı
Âşık
Veysel'in bu şiirinde tema aşktır. (Pasifik- 1, s.55)
Okuduğunuz
semaîde aşk teması işlenmiştir. (Pasifik-1, s. 59)
Bu kitabın 23. sayfasındaki
bilgilere göre, yukarıdaki tümcelerde "tema" değil, "konu"
denmesi gerekir.
Ulama
(Vasl): Uzun (kapalı) bir heceyi kısa (açık) hece veya medli heceyi uzun hece
hâline getirebilmek amacıyla yapılır. (Pasifik-1, s.70)
Yanlış. Ulamanın tanımı daha önce
geçtiği için, ulamayı yinelemeyeceğim. Ulama, medli hece için yapılmaz. (Örnek
dizede de -ölçüye göre- ulama gereği yok; yalnızca medli [1,5] hece var.)
(...)
klâsizm (...) (Pasifik-3, s.29)
Bu sözcük, "klasisizm"
olmalıdır.
Fotoğraf
Sorunu
Behçet
Necatigil fotoğrafı (Pasifik-4, s.31)
Hayır, o fotoğraf Necati
Cumalı'yı gösteriyor.
"Sevelim,
sevilelim
Bu
dünya kimseye kalmaz, (Pasifık-4, s. 36)
"Bu" sözcüğü
olmayacaktı.
"Düşmez,
şaşmaz bir Allah'tır." (s.45)
Bu atasözü "Düşmez, kalkmaz
bir Allah." biçimindedir. (bkz. Emin Özdemir, Açıklamalı Atasözleri Sözlüğü)
"Bölge
Ağzı" Nedir?
Ancak
XX. yüzyılın başlarında yaygınlaşan Sovyet istilası bu topraklardaki gelişmeyi
olumsuz yönde etkilemiştir. Türk toplulukları arasındaki kültür bağlarının koparılması
maksadıyla bölge ağızları yazı dili hâline getirilmiş, böylece ortak kültür ve
edebiyatın gelişmesi engellenmeye çalışılmıştır. (Pasifik-4, s. 109)
"Bölge ağızları"
"Özbekçe, Kazakça, Kırgızca vb." oluyor sanırım; ama yanlış. Çünkü bu
Türk dilleri, "lehçe" (kimine göre "şive") olarak değerlendiriliyor.
hilkat
garibesi: Garip yaratılışlı (Pasifik-4, s.173)
"Hilkat garibesi" bu
anlama gelmez ki. "Eli yüzü biçimsiz, çirkin vb." anlamdadır.
DOĞRULUĞU
KUŞKULU BİLGİLER
"Sözlü
İfade"nin Kapsamı
Sözlü
ifadede duygular daha iyi yansıtılır. (Pasifik-1, s.12)
Böyle bir önerme, tartışmaya açıktır.
Kimi kişiler duygularını, konuşarak daha iyi yansıtabilirken, kimileri yazarak
daha iyi anlatabilir.
Sözlü
ifadede hitap edilen topluluk sınırlıdır. (Pasifik-1, s. 12)
Günümüzün gelişen görsel ve sözlü
iletişim araçlarını göz önüne aldığımızda, böyle bir yargının doğruluğu su
götürür.
Daha
önce İstanbul sınırları dışına çıkmayan Türk romanı, Çalıkuşu'yla Anadolu'ya
açılmıştır. (Pasifik-1, s. 109)
Hayır. Nabizade Nâzım'm Karabibik
adlı romanı 1890'da yayımlanmıştır ve konusu Antalya'nın bir köyünde geçer.
Şiirde
sözü edilen "kaz", tekkeye uyum sağlayamayan "kişi" yerine
kullanılmış, bir benzetme yapılmıştır. (İnkılâp-1, s.75)
Doğrusu "benzetme"
şiirde pek belli olmuyor. Yorumlanarak -özellikle son dörtlükten yararlanılarak-
böyle bir ilgi kurulabilir. Ama yine de buna benzetme değil, "temsili
eğretileme" denmesi gerekir.
"Murabba"nın
Kaynağı
(Murabba)
Halk Edebiyatı’mızın etkisiyle meydana gelmiştir. (Deniz-1, s.67)
Doğruluğu kesin olmayan bir
konuyu, yazarlar, kesinmiş gibi gösteriyor. Rauf Mutluay, bu konuda şöyle
diyor: "... Arap şiirinden geldiği sanılan bu şekillerin en eski ilk kaynakları
tespit edilememiştir. İslâm uygarlığı etkisinde İran ve Türk şairlerinin, kendi
ulusal beğenileri yönünde yarattıkları birer biçim olarak da kabul
edilebilir."
Okuduğunuz
"Sazım'a" isimli şiir, hazırlıksız olarak saz eşliğinde söylenmiştir.
(Deniz-1, s.87)
Bu bilgi için "kesin
değil", hatta "yanlış" denebilir. Âşık Veysel'i yakından
tanıyan Veysel Kaymak, "Aşık Veysel'li Yıllar" kitabında onun
"hazırlanmadan, doğaçtan (irticalen) şiir söylemeyi pek sevmediğini"
söyler (s.43)
Sözlü
edebiyatımız başlangıcı bilinmemekle beraber M.Ö. VII. yüzyıla kadar
gitmektedir. (Sürat-I, s.12)
Başlangıcı bilinmeyen bir olguyu
nasıl ve hangi kaynağa dayandırarak M.Ö. VII. yüzyıla dek uzatabiliriz?
Bilimsel dayanaktan yoksun bir bilgi bu.
Orhan
Veli fotoğrafı (Sürat-1, s.34)
Orhan Veli'nin değişik
fotoğraflarıyla karşılaştırdım; ama buradaki kasketli kişiyi ona pek benzetemedim.
Gerçekten o mu?
Duygu
ve düşüncelerin olaylar aracılığıyla anlatıldığı, romana göre kısa yazı türüne
ne ad verilir?
A)
Gezi yazısı B) Hatıra C) Hikâye D) Deneme E) Hitabet (Sürat-1, s.270)
"Hikâye" buldurulmak
isteniyor; ama soru kökündeki tanım çok bulanık. Üstelik "öykü"yü
yansıtmadığı da söylenebilir.
"En
Büyük Destanlar" Bizimkiler
Batılı
araştırıcılar Türk destanlarının Fin, Alman ve Fransız destanları üzerinde
etkili olduğunu ispatlamışlardır. (Bayrak-2, s.54) .
Doğruluğu kuşkulu bir bilgi. "Bir büyük ozanın
çıkıp da derleyip düzenlemediği destanlarımız" ta Finlandiya'yı acaba
nasıl etkiledi?..
(...)
Molla-yı Cünûn, Suhan, Mürşid'i (...) temsil eder. (Bayrak-2, 5.247)
"Sühan" Farsça olup
"söz" demektir ve yapıtta mürşidi temsil ettiği kesin değildir.
Heinrich
Böll (Enriş Böl) (Bayrak-4, s.290)
Bu Alman yazarın adının okunuşu
her kitapta başka türlü. Kimisi "Henrih" diye okurken, kimisi de
"Haynrih" diye okuyor. Acaba bu üç okunuştan hangisi doğru?
Ayrıca "Enriş" diye
okuyan yazarların kitabında Heinrich Böll 1917'de doğmuş; ama ölmemiş görünüyor.
Oysa yazar 1985'te ölmüş.
Türklerin
"Meziyeti"
Atlı-göçebe
kültürünü ve hayvancılığı; sosyal alanda devlet kurma kabiliyetlerini
geliştiren bu dönem Türkler'i, yerleşik toplumlara yaptıkları akınlarla, çiftçi
kavimlere devlet kurma meziyetini öğretmişlerdir. (Oran-2, s. 15)
Yazarlar şunu mu demek istiyor:
Türkler, çiftçi kavimlere saldırdıkça, onlar da "Yahu, bu böyle olmayacak;
bari bir devlet kuralım." mı dediler? Yoksa, Türkler, çiftçi kavimlere
saldırıp (mallarını yağmalayıp) onlara "Kardeşim, devlet kurmak için
şunlara dikkat etmeniz gerekir." mi dediler?
Orta
Asya Türkler'i, gerek komşularının baskılarına, gerekse girdikleri pek çok
savaşa rağmen ana dillerini işlemeyi ihmal etmemişler, yazı ve edebiyat dilinin
gelişmesine zemin oluşturacak tüm imkânları hazırlamışlardır. (Oran-2, s. 15)
Söz konusu dönem, 8. yy. ve
öncesidir. Acaba "yazı ve edebiyat dilinin gelişmesi için" Türkler ne
gibi "olanaklar" hazırlamışlardır o dönemde?
Anlatımı
Akıcı Kılmak
Görülüyor
ki yazar anlatımı daha akıcı kılmak için bu üç cümleyi tek cümle hâlinde ifade
etmiştir. (D.K-1, s.32)
Uzun tümce kurmak, bilgi ve
beceri gerektirir. Bu söylense, tamam; ama "anlatımı daha akıcı
kılmak" için uzun tümce kurulmaz. Tam tersine, uzun tümcelerle dolu bir
yazı, okuru yorar; anlaşılması güçtür.
Gazellerde
genellikle aşk, tabiat, din, tasavvuf, sevgili ve yaşama sevinci gibi konular
işlenmiştir. (D.K-1, s. 124)
Gazellerde genellikle "aşk,
sevgili ve şarap" konuları işlenir. "Tabiat; din, tasavvuf; yaşama
sevinci" ikincil, üçüncül konulardır.
Sözlü
edebiyat ürünlerinin en eskileri Uygurlar döneminde yazıya geçirilen dinî ilâhi
ve dualardır. (D.K-2, s.20)
Uygurların söz konusu
manzumelerine "ilâhi" denmemesi gerekir. Yukarıdaki tümcedeki
"ilâhi" yerine "manzume" demek daha uygundur.
Atabetü'l-Hakâyık,
(...) XIII. yüzyıl başlarında yazılmıştır. (D.K-2, s.66)
Bu yapıt, pek çok kaynağa göre,
XII. yüzyılda yazılmıştır. Gerçi bu bilgi de kesin değildir. Bu yüzden kesin
olmayan bilgilerin bu yönüne değinilmelidir.
Yeni
"Halkbilimciler"!
Avrupa’daki
bu gelişmelere bağlı olarak Türk bilim adamlarından Fuat Köprülü, Ziya Gökalp,
Rıza Tevfik Bölükbaşı, Sadettin Nüzhet Ergun, Şükrü Elçim ("Elçin" olacak. A.T.), Umay Günay, Abdurrahman Güzel, Dursun
Yıldırım, Saim Sakaoğlu gibi isimler XX. yüzyılın başlarında Halk edebiyatı ve
halk bilimi ile ilgili araştırmalara başladılar. (D.K-4, s.153)
Bu adların hepsi de "XX.
yüzyıl başları"nda mı "araştırmalara başladılar"? Ayrıca,
kaynaklarda "halk bilimi araştırmacısı" olarak adlarına rastlayamadığımız
"Umay Günay, Abdurrahman Güzel, Dursun Yıldırım, Saim Sakaoğlu" gibi
ikincil (belki de üçüncül) adlar sayılırken, bu konuda önemli çalışmaları olan
"Pertev Naili Boratav, Eflâtun Cem Güney... gibi" araştırmacılara yer
verilmiyor.
EKSİKLİKLER
Uyak
Türleri
Kafiyeler,
"yarım", "tam", "zengin", "redifli",
"cinaslı" olabilir. (İnkılâp-1, s.36)
"Redifli kafiye"
denmeli mi? Tartışılabilir; ama burada "tunç uyak" da sayılabilirdi.
KARAGÖZ
bir gölge oyunudur. Halkın ortak malıdır. İki kişi ile oynanır. (İnkılâp-1, s.
190)
Son tümcedeki bilgi anlaşılmıyor;
ama "iki kişi" dedikleri Karagöz ile Hacivat olmalı. Eğer böyleyse,
eksiklik var. Çünkü bu oyunun tipleri arasında Çelebi, Zenne, Tiryaki,
Matiz... vb. de bulunmaktadır.
Yaygın
olarak kullanılan üç türlü istiare vardır: (Bayrak-1, s.61)
Bu bilgiden sonra
"açık" ve "kapalı" istiareler anlatılıyor; ama üçüncüden
hiç söz edilmiyor. Üç sayfa sonra başka bir konuda "temsilî" istiare
anlatılıyor.
Gerçek
ya da geçeğe uygun olayların yer, zaman, mekân ve kişi unsurlarına dikkat
edilerek anlatıldığı yazılara hikâye denir. (Pasifik-1, s.96)
Buradaki "hikâye"yi
kaldırıp "roman" desek de olur. Demek ki, tanım yeterli değil.
Düz
Kafiye: aaxa/aaab (D.K-1, s.59)
Düz uyaklanış bunlarla sınırlı
değildir. Örneğin aaaa ya da aabb de böyledir.
Bentlerin
mısra sayıları da eşit değildir. Birinci ve üçüncü bentler dörder mısradan
ikinci bent ise üç mısradan oluşmaktadır. (D.K-1, s.80)
Bu bilgiler, o sayfadaki şiir
için veriliyor; ama şiir hiç aralık bırakılmadan yazılmış; görünürde
"bent" yok.
Tunç
Uyak (D.K-1, s. 149)
Uyak türlerinin işlendiği 58.
sayfada "tunç uyak"tan hiç söz edilmiyor; ancak 149. sayfadaki 13.
sorunun E seçeneğinde "tunç kafiye" var.
Efekt
ve Işık (D.K-1, s.197)
Böyle bir başlık atılmış, efekt
anlatılmış; ama ışıktan söz edilmemiş.
Klâsik
Komedya (D.K-1, s.229)
Klasik komedyaya ilişkin bilgi
verilmemiş; ama 4. Testte özellikleri sorulmuş.
Ataç
"Dilci" Değil mi?
Nurullah
Ataç (Deniz-1, s.234-235)
Nurullah Ataç'ın anlatıldığı bu
sayfalarda, onun "dilcilik" yönünden söz edilmemesi hem eksiklik, hem
haksızlık.
19
Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nda (...) (Deniz-1, s.246)
Bayramın tam adı "19 Mayıs
Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı"dır.
ÇELİŞKİLER
Yaşar
Kemal'i Nasıl Kötülesek?..
Fakat
sonuçta bu çete hareketlerinin, en başta çete mensuplarına olmak üzere, halka,
millete ve devlete çok zararları olmuştur. Bu bakımdan Çakırcalı Efe'yi romanda
gösterildiği gibi bir kahraman olarak kabul etmek çok zordur. (Sürat-4, s. 129)
Sayın yazarlar madem böyle
düşünüyorlar, ne diye bu romanını seçmişler Yaşar Kemal'in?
Finliler
(...) XX. yüzyıl başlarında özgürlüklerine kavuşurlar. (Örgün-2, s.51)
XIX.
yüzyıl başlarında da bağımsız bir devlet kurarlar. (örgün-2, s.53)
Birbiriyle çelişen iki bilgi...
Hangisi doğru?
Koşma,
en az 3, en çok 5 dörtlük olur. Dörtlük sayısı beşten çok da olabilir. (Örgün-3,
s.35)
İkinci bilgi, birinciye ters
düşüyor. İkinci tümce "Dörtlük sayısı beşi geçen koşmalar da vardır."
ya da "... koşmalara da rastlanır." gibi bir anlatım taşımalıdır.
Kapaktaki yazarlar: Mustafa Alan, Mustafa Erol, Ünal Komsuoğlu.
İç kapaktaki yazarlar: Mustafa Alan,
Hilmi Kurtoğlu (Oran-4)
İlginç bir durum doğrusu...
"Yıkılan"
Camiler!
Bu
arada başta camiler olmak üzere, bütün kültürel varlıkları da Ruslar tarafından
birer birer yıkılmıştı. (Oran-4, s.244)
245. sayfada da "Kırım
Bahçesaray'da Han Sarayı" fotoğrafında iki minareli bir cami!
Knut
Hamsun (Nud Hemsın) (Oran-4, s.288)
Adının nasıl okunması gerektiği
bilinemeyen yazarlardan biri de Knut Hamsun. Kimisi "Knut Hamsın",
kimisi "Nat Hamsın" diye okurken, bu kitabın yazarları da yukarıdaki
gibi okumuş. Bu bir yana, "Hemsın" okunuşunun verildiği sayfada;
"Hamsun'un" yazılışı, kitap yazarlarının da ikilemini gösteriyor.
Okuduğunuz
şiir mesnevî tarzında yazılmıştır; fakat Klâsik Edebiyat'taki mesnevîlere
benzememektedir. Mesnevîler beyit esasına göre yazıldığı hâlde, bu şiirde
beyit esas alınmamıştır. (Deniz-1, s.58)
Beyit yoksa, nasıl "mesnevî
tarzında yazılmıştır"? Yalnızca "mesnevi tarzında
uyaklanmıştır" denebilir.
Kitabınızın
181-183. sayfasındaki Çalıkuşu'ndan (...) (Deniz-1, s. 186)
Söz konusu sayfalar 181-183
değil, 187-189'dur.
Yukarıdaki
iki mısrada da altıncı hece, bir kelimenin son hecesi; yedinci hece başka bir
kelimenin birinci hecesidir. Yani durak yapılmıştır. (İnkılâp-1, s.80)
Yukarıda öyle "iki
mısra" değil, "bir dize" bile yok. Bu bilgi, 79. sayfada işlenen
şiirle ilgiliyse - ölçüsü 4+4=8'li hece ölçüsü olduğundan- "altıncı"
sözcüğü "dördüncü", "yedinci" sözcüğü de
"beşinci" olmalıdır. (Yeşil
başlı gövel ördek/Uçar gider göle karşı.) Yok bu bilgi "Hazırlık
Çalışmasındaki dörtlükle ilgiliyse -ki onunla ilgili olması pek mantıklı değil-
oradaki her dize de 6+5 duraklanışa uymamaktadır. (Sunayı da deli gönül sunayı/Ben yoluna terk ederim sılayı)
Mani
Sorunları
Manilerin
7'li veya 8'li hece ölçüsüyle söylendiği (D.K-1, s. 90)
Manilerin alışılmış ölçüsü
"7'li hece ölçüsü"dür. 4, 5, 8, 11 heceli kalıplarla da söylenenleri
vardır; ama en yaygını 7'li olanlardır. Nitekim, yazarların bu konuda verdiği
örnek maniler de hep 7'li hece ölçüsüyle söylenmiştir.
Yukarıdaki
örneklerde, ninnilerin, genellikle bir mani veya herhangi bir manzumeye ekler
yapılarak oluşturulduğunu görüyorsunuz. (D.K-1, s.93)
Örnekler yukarıda değil, bir önceki
(soldaki) sayfada kalmış. Bu sayfadaki örneklere baktığımızda, ninnilerin
hepsinin de dörder dizeli olduğunu görüyoruz. Peki "ekler" nerede?
Yok, eklenmiş biçimleri buysa, (zaten dört dizeden oluşan) mani ya da
"herhangi bir manzume" nerede?
Yüce
dağların başında (D.K-1, 98)
Metin sorularında, dize böyle
geçiyor; ama metinde "Yüce" değil de "Karlı" yazıyor.
tuyuğ
128 (Dizin'de)
(D.K-1, s.250)
Burada sayfa yanlış verilmiş, 138 olacak.
Kitabı
Kimler Yazdı?
Kapak:
Prof. Dr. Abdurrahman Güzel (D.K-2)
Dış kapakta yer alan beş addan
biri olan Güzel, iç kapakta yok. (Bu durum, Edebiyat-3 ve 4'te de görülüyor.)
Paul
Verlaine (Pol Verlen) (D.K-3, s.69)
Verlaine
(Verlan) (D.K-3,
s.71)
Hangisi doğru?
Üçüncü
ve altıncı ninnilerde çocukların uyku durumları nasıldır? (Pasifik-1, s.45)
(...)
3. ve 6. ninniler (çocuğun) uykusunu konu almışlardır. (Pasifik-1, s.45)
Üçüncü ninni şöyle: "Dandini
dandini danadan/Henüz doğmuş anadan/Böyle çirkin anadan/Ne güzel vermiş
yaradan" Şimdi bu ninninin yukarıdaki soru ve açıklamadaki "uyku
(durumu)" ile ilgisi var mı?
(...)
bir kişi tarafından oynanan küçük komedilere veya kalabalığa karşı söylenen
güldürücü sözlere monolog denir. (Pasifik-1, s. 116)
Monolog:
Sahnede bir kişinin konuşması. (Pasifik-1, s. 118)
Türkçe Sözlük'te monolog 1. Bir tiyatro oyununda,
kişilerden birinin kendi kendine yaptığı konuşma. 2. Bir oyuncu için yazılmış
genellikle güldürücü öykü. 3. Çevresindekilere fırsat vermeden bir kimsenin
yaptığı konuşma.
Bernard
Shaw (Benrnard Şau) (Pasifik-4, s. 169)
Bernard
Shaw'in (Pasifik-4, s. 170)
Birinci örnekteki okunuş mu
doğru, ikinci örnekteki ekin gelişi mi?
Sonuç
ve Öneriler
Buraya dek verdiğimiz örneklerde
de görüldüğü gibi, anadili eğitim-öğretimimiz hiç de sağlıklı değildir. Bunun
birinci nedeni öğretim programı, ikincisi de "birtakım" sağlıksız
kitaplardır.
İncelediğimiz kitapların bir
bölümündeki sorunlar çok azdı; ufak düzeltmelerle giderilebilirdi. Bir
bölümünde daha çok sorun vardı. Kimilerinde ise sorundan öte kasıt vardı.
Görülüyor ki, bu öğretim programı
ve buna göre hazırlanan kitaplarla, öğrencilere Türk dili de öğretilemez, okuma
zevk ve alışkanlığı da kazandırılamaz.
İçinde yanlışı çok olan, gerici
propaganda yapan kitapları onaylayan Talim ve Terbiye Kurulu görevini ihmal mi etmiştir, kötüye mi
kullanmıştır bilemiyoruz. Bu
Kurul'un üzerinde kim varsa, gereğini yapmalıdır. "İçinde Nâzım Hikmet'ten
şiir var." diye Lise 1 Edebiyat kitabını reddeden Talim ve Terbiye Kurulu,
bağnaz ve gericilere kapılarını ardına dek açarken, güç ve cesaretini
kim(ler)den ya da nere(ler)den almaktadır?
Sorun'un kaynağı Talim ve Terbiye
Kurulu'dur. Çağdışı bu programı yapan da, bu programa göre bile
yazılamayan kitapları onaylayan da burasıdır, buradaki görevlilerdir.
Çağdaş ve bilimsel bir anlayışla
yeni bir öğretim izlencesi yapılıncaya dek, bu öğretim yılı için duyurulan
Edebiyat kitapları (Bunlara Kompozisyon ve Türk Dili kitapları da eklenebilir.)
yeniden incelenmeli; şeriatçı, gerici,
bilimdışı, şovenist sözler buralardan çıkarılmalıdır. Böylesi kitapların
"tavsiye kararları" gözden geçirilmeli, gerekirse iptal edilmelidir.
Yeni bir Türk Dili ve Yazını Öğretimi İzlencesi için de işe girişilmelidir.
Bilimsel, laik, demokratik, Türkçeye ve yazına saygılı, nitelikli, gerçekçi...
anlayışlarla hazırlanacak böyle bir izlence için eğitim, bilim ve sanat çevreleriyle işbirliğine gidilmelidir.
Çağdaş uygarlığa yetişmek istiyorsak...
(Öğretmen Dünyası 226, Ekim 1998)
Not:
İbrahim Ergun "Edebiyat Eğitimi" makalesinde bu yazıyı anmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder