18 Kasım 2021 Perşembe


 

OKUL DENETİMLERİ VE GERÇEKLER

Ali TÜRKSEVEN

İlkokullar ve ilköğretim okulları; birinci dönemde bir, ikinci dönemde de bir kez olmak üzere, bir öğretim yılında toplam iki kez denetlenir. Bu denetimlerin birincisi "yol göstermek", ikincisi "eksik bulmak" amacıyladır genelde. Yapılan denetimlerde yalnızca denetçi, öğretmeni denetlemez; öğretmen de kimi kez kafasında, kimi kez de açıkça, eğitim dizgesini ve denetçiyi değerlendirir. İşte bu yazıda da, sesli düşünen bir öğretmen, okulların denetlenme­sini değerlendiriyor.

MEB’in çelişkili bir denetim dizgesi var. Önceleri ilköğretim denetçileri, ilkokul öğretmenlerini; bakanlık denetçileri de ders öğretmenlerini denetlerdi. Son birkaç yıl içinde yapılan değişiklerle, ilköğretim denetçileri, ilköğretim okullarında görev yapan tüm öğretmenleri denetleme yetkisini edin­diler. Böyle olunca, iki çelişki çıktı ortaya: Birincisi, ilköğretim okulunda görev yapan bir Türkçe öğretmenini ilköğretim denetçisi denetlerken, ortaokuldaki benzer bir öğretmeni bakanlık denetçisi denetliyor. İkincisi, daha da olumsuz: O ders dalında bir uzmanlığı olmayan ilköğretim denetçisi, örneğin bir Türkçe dersi öğretmenini ne ölçüde değerlendirebilir? Birkaç yıldır bu denetim diz­gesinin sancıları giderek büyüyor.

Toplumsal düzenin yama tutmayan delikleri büyür­ken, eğitim dizgesinin de sağlam olması beklenemezdi. Nitekim her yıl yinelenen ve artık, kabak tadı veren okul denetimlerinde şu gerçek çıkıyor ortaya: Kendimizi kan­dırıyoruz! Öğretmenin, öğrencisine verdiği değeri; ba­kanlık, öğretmenine vermiyor. Çünkü denetimlerde yaşa­nan budur. Denetimde egemen olan mantık "öğretmene öğüt vermek" ve “öğretmenin eksiğini bulmak”tır. Yine bu mantığın sonucunda öğretmene güven duymamak doğallığı vardır. Öğretmene güven duymamak ise 12 Eylül 1980'e dayanır. Toplumsal karşı duruşun önemli odakları olan eğitimcilere ve öğrencilere 1980'lerde çok büyük baskılar, kıyımlar uygulanmıştır.

Öğretmene güven duymamak anlayışından deneti­me yansıyan bir örnek seçeceğim: Günlük planlar. Özellikle ders öğretmenleriyle denetçiler arasındaki so­runların başında günlük planlar geliyor. Ders öğretmen­lerinin büyük bir çoğunluğu plan “yazmamak”ta (yapmamakta demiyorum) direnirken, denetçiler de "yönetmelik emri gereği" sürekli, günlük plan üzerinde duruyorlar.

1980'lere gelinceye dek böyle bir zorunluluk yoktu. Peki ülkemizde 1980'e dek eğitim-öğretim işleri hep bu yüzden mi aksamıştı? Yazılı plan olmadan ders yapılmı­yor muydu?

Yazılı plana karşı çıkarken, eğitim-öğretimde plansızlığı savunuyor değilim. Denetçiler kadar ben de biliyorum eğitim-öğretimin bir planlama işi olduğunu. Ben vereceğim derse doğru dürüst hazırlanmadan çok güzel günlük planlar yaza­bilirim. Bunları görenler hayran da kalabilir. Ama bu günlük plan, benim iyi bir öğretmen olduğumun göstergesi değildir, olamaz da.

Bir öğretmen, ders planını kafasında da yapabilir. Çünkü planlar yalnızca yazılı olmaz­lar. Biz Türkçe derslerinde kompozisyon çalışmaları yaparken, önceleri, yazacakları konunun planını maddeler biçiminde yazma­larını isteriz öğrencilerden. Planlı yazma alışkanlığı edinince, biz Türkçe öğretmenleri, öğrenciye "ille de yazdığın konunun planını gösteri" demeyiz. Bizim, öğrencilerden istemediğimizi, denetçiler bizden istiyor.

Mesleğe yeni başlayan öğretmenlerin yazılı günlük plan yapmasının, yetişmeleri için olumlu olduğu kanısın­dayım. Stajyer öğretmenlere, angarya sayılabilecek "stajyerlik dosyaları" hazırlatmak yerine, onları eğitim- öğretimle ilgili daha gerçekçi ve daha uygulayımsal bilgi­lerle donatmak en uygunudur.

Bu "günlük plan" sorunu, yalnızca bir örnektir. So­run "eğitimdeki denetim" anlayışıdır. Ülkemizde ne kadar demokrasi varsa, eğitimimizde de o kadar var. Demok­rat denetçiler azınlıktadır. Yazımın başında da belirttiğim gibi, ikinci dönemde yapılan denetimler hep eksik bul­mak içindir, öğretmeni eleştirmek içindir, öğretmeni sıkıştırmak içindir. Bu anlayışla, her zaman (birbirini bütünlemesi gereken) denetçi ve öğretmen kesimi karşı karşıya gelecektir. Oysa denetçi de öğretmen de öğrenci için vardır.

Burada çok önemli bir olguya da değinmeden geçemeyeceğim: Bakanlık denetçileri de gördük, ilköğretim denetçileri de. Bakanlık denetçileri sınıfa gir­diklerinde öğretmen kürsüsüne geçmeyi uygun bulmayıp da arkalarda bir yere oturmayı seçerken, nedense, ilköğretim denetçileri hep kürsüde oturmayı yeğliyorlar. Amaç öğretmeni sınıfta ikinci plana düşürmek değilse eğer, bu yaptıkları -en hafifinden- düşüncesizliktir.

Eğitim-öğretim işlerinde denetim de zorunludur. Ancak ülkemizdeki denetim anlayışı ilkeldir, çağdışıdır, baskıcıdır. Bu denetim biçimi, eğitim işlerine yarardan çok zarar getirmektedir. Denetim anlayışının çağdaş ve demokrat bir yapıya kavuşturulması kaçınılmazdır.

Denetçilerin eleştirilerinde haklı oldukları noktalar da vardır. Ancak mevcutların yetmiş öğrenciye dayandığı sınıflarda öğretmenin ne denli başarılı olabileceği de dü­şünülmelidir. “Çağdaş eğitim”in sınıflarında yirmi öğrenci olduğu unutulmamalıdır.

Öyle bir denetim dizgesi kurulmalıdır ki, içerisinde öğrencinin, öğretmenin, okul yönetiminin ve velilerin katkısı olsun.

(Öğretmen Dünyası 174, Haziran 1994)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  “de” Sözcüğü Sorunu Ali TÜRKSEVEN               Sorun Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne ol...