DİL
SORU(N)LARIM
Ali TÜRKSEVEN
Türkçe-Çince
1)
Türkçe, eklemeli dillerdendir; soneklidir. Türkçede kökler tek seslemlidir
(hecelidir). Çince ise tek seslemli dillerdendir. Çince ile Türkçe arasında
sözcük alışverişi olmuş mudur?
Sözcük Kökleri
2) Türkçe dilbilgisinin en önemli
konusu bence “sözcük yapısı”dır. Bu başlık altında yer alan “türetme” konusu
okullarımızda yeterince öğretil(e)memektedir. Kemal Ateş’in “Öğretemediğimiz
Türkçe”, Feyza Hepçilingirler’in “Öğretenlere ve Öğrenenlere Türkçe Dilbilgisi”
yapıtlarının adlarında “tepeden bakan bir tutum” olduğunu düşünüyorum; ama
sanırım biraz da haklılar. Türkçeyi öğretme savındaki pek çok ders kitabı,
“köklerimizin tek seslemli olduğu”nu ya bilmiyor ya da vurgulamıyor (yoksa
bilmediğinden mi vurgulamıyor). Bu konuyu öğretirken ya köklerini bilmedikleri
için “ağaç, güzel” gibi Türkçe sözcükleri türememiş diye örnek veriyorlar ya da
daha örneklerin ilk basamağında yabancı sözcükleri (kalem, mavi…) alıp onlara
yapım eki getiriyorlar.
Hilmi Yavuz’du yanılmıyorsam,
“Okumak, bir yetenektir; alışkanlık değil.” anlamında bir şeyler yazmıştı.
Yoksa Türkçenin kurallarını, inceliklerini öğrenmek de bir yetenek mi
gerektiriyor?
“Deniz”in Kökü
3) “Deniz” sözcüğü Türkçe olmalı.
Oğuz Kağan Destanı’nda da geçer ya Oğuz’un çocuklarına “Gök, Dağ, Deniz”
adlarını vermesi… Öyleyse “deniz”in kökü ne olmalı? Eski Türkçede “d” ile değil
“t” ile başlamalı bu sözcüğün kökü. “Ten” ya da “ten-” diye bir kök olabilir.
Kaşgarlı’nın Divanü Lûgat-it-Türk
Dizini’ne bakıyorum. “Teñ” sözcüğü var ve anlamı “göl, bataklık” (s.117). Eski
Türkçede “-(i)z” diye bir çoğul eki var mı? Var. Bu durumda “teñ-iz”, (“göller”
diye açıklanmamalı kuşkusuz) “birçok göl bir araya gelmiş denli büyük (çok) su”
gibi düşünülmüş olmalı. “Deniz” sözcüğünün çözümlenmesi bence böyle. (Bu
buluşum beni coşkulandırdı, bunu paylaşayım dedim.)
Közlük/Közüldürük
4) Kaşgarlı, ulu dilci. O olmasaydı,
“közlük (ve közüldürük)”ün “at kuyruğundan yapılmış bir dokuma” olduğunu, “göz
ağrıdığı ya da kamaştığı zaman üzerine konduğu”nu bilecek miydik?
Eylem
Çatısı
5) “Eylem çatısı”, eylemin “özne” ve
“nesne” ile ilişkisinin incelendiği konudur. (Bu konuyu pek çok öğrenci
sevmez.) Bu konuyu anlatırken düşünüyorum: Eylemin özne ile ilişkisi, çeşitli
ekleri (-l-, -n-, -ş-) almasına göre belirleniyor; ama nesne ile ilişkisi
-başlangıçta- ilgili eklerden (-r-, -t-, -tir-) bağımsız oluşuyor. Örneğin
“gül-” nesne gerektirmiyor, “sev-” ise nesne alabiliyor. Peki eylemler
“tümleçlere göre” de incelenemez mi? Örneğin “sev-”, “nerede” sorusuna yanıt verebilir; ama
“nereye, nereden” sorularına yanıt vermez. Bu durumda “sev-” “kalma durumu ekli dolaylı tümleçle
kullanılabilir” diyebiliriz. “Koş-” ise
“nereye, nerede” sorularına yanıt verirken “çık-” “nereye, nereden” sorularına yanıt verebilir.
(Örnekler belirteç tümleci ve ilgeç tümleci yönünden de incelenemez mi?)
6) Dönüşlü ve edilgen çatılarda
verilen kimi örnekler beni düşündürüyor. Dönüşlü eylemde işi yapan belli bir
özne var ve bu eylemden kendi etkileniyor. Örneğin “eğildim” eyleminin öznesi
“ben”, “eğ-” eylemini kendine dönük yapmaktadır. “Soğuktan büzüldüm.”, “İleri
atıldım.”, “Son eyleme katıldım.” tümcelerinde de “ben” öznesi -sırasıyla- kendini “büzmekte, atmakta,
katmakta”dır. Buraya dek bir tartışma çıkmayacaktır sanırım; ama “Ben
üzüldüm.”, “Ben kırıldım.” tümceleri bunlar gibi değildir. “Ben” öznesi “üz-”
ve “kır-” eylemlerini yapmamaktadır. Dolayısıyla edilgen sayılmalıdır.
Kaynaklara baktığımda bu konuda kendimi epeyce “yalnız” duyumsuyorum.
Ünsüz Uyumu
7) “Sert ünsüzlerin benzeşmesi”
konusu hemen hemen tüm kaynaklarda “yumuşak ünsüzle başlayan ekin sert ünsüzle
biten yere gelirken ona benzeyip sertleşmesi” olarak anlatılıyor. Örneğin
“iş-çi” sözcüğünde ekin “-ci” olduğu yargısı baştan benimseniyor. Bence burada
bir terslik var. Türkçenin eski dönemlerini düşünürsek seslerimizin yumuşak
değil, sert olduğunu benimsememiz gerekir. Gerçekte Türkçede “sert ünsüzden
sonra sert ünsüz, yumuşak ünsüzden sonra yumuşak ünsüz” geliyor. Bu konuya
genel olarak “ünsüz uyumu” diyebiliriz. Alt başlıkları da “yumuşak ünsüz uyumu”
(av-cı), “sert ünsüz uyumu” (iş-çi) biçiminde olabilir.
Kaynak Gösterme
8) Bir ara İzmir’deki Türkçe etkinliklerinin
birinde -adı gerekli değil- bir öğretmen, dil yanlışları örneklerinden oluşan
sergi açmıştı. Önce kendi okulunda açmış sergiyi, sonra daha genel bir yerde.
Burada yer alan örneklerin yirmiden fazlası benim ÇTD’de yayımlanmış
yazılarımdan alınmış. Kaynak olarak ne benim adım geçiyor ne derginin. Biraz
ayıp olmuyor mu?
Yabaneri
9) Dilci bir arkadaş bir toplantıda
“maganda” sözcüğünün “Uganda”dan geldiğini öne sürmüştü. Tarama Sözlüğü’nü
okumayı sevdiğini belirtip bu yapıtta gördüğü “yabaneri” sözcüğünün
“maganda”nın Türkçesi olduğunu söylemişti. Bir “kavram”a Türkçeden karşılık
ararken ya da “Bu, Türkçesidir.” savıyla ortaya çıkarken özenli olunmalı diye
düşünüyorum. “Yaban” sözcüğü, Farsçadır (“kır, uzak yer, çöl; yabancı”
anlamlarına gelmektedir).
Aryazın
10) Liselere “yazın” sözcüğünü sokan
kişinin Mahir Ünlü olduğunu sanıyorum. Bir ara “yazın” sözcüğüne ilişkin
kaygılarını dile getirip “aryazın” dersek anlam karışıklığı olmayacağını
belirten yazılar yazmıştı. Yalnız Türkçede -onun kullanmaya çalıştığı anlamda- “ar”
diye bir sözcüğe rastlayamadım. Bir “ar” var; ama o da Arapça, “utanma, utanç
duyma” anlamında. (Kaşgarlı’daki “kestane rengi, kumral” anlamındaki “ar”ı
saymıyorum.)
(Çağdaş
Türk Dili 281, Temmuz 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder