ÖZNENİN
"SÖZDE"Sİ
Ali TÜRKSEVEN
Yıllar önce izlemiştim: TRT-l’de
"Uluslararası İzmir Fuarı"nın tarihçesi anlatılırken, bu fuarın ilk
yıllarındaki bir açılış fotoğrafı da gösteriliyordu: Fuarın o yılki açılışını
yapan İsmet İnönü konuşuyor. Arkasındaki fuar giriş kapısının üzerinde de
yeniay biçiminde "Arsıulusal İzmir Fuarı" yazıyordu. Fransızcanın
"enternasyonal"ini, Arapçanın "beynelmilel"ini kullanmamak
için "arsıulusal" karşılığını bulmuşlardı; ama büyük bir yanlış
yaparak. "Arsıulusal" sözcüğünde "arası (yapay bir ses düşmesi
yaratılarak arsı yapılmış)" ,
belirtilendir, yazı dilinde -şiirler dışında- önce gelemez. Ayrıca "milel"
sözcüğü "millet"in çoğuludur, Türkçedeki karşılığı “uluslar”dır. Çok
değil, elli yıl kadar önce, bugün çalışkan bir ilkokul öğrencisinin bile
bildiği tamlama kuralları konusunda Arapçanın etkisi görülüyor (bugün İngilizce
tamlama kurallarının Türkçeyi etkilemesi gibi).
Yapay bir dil olan Esperanto'yu
bir yana bırakırsak, kurallar, dilden çıkarılır. Türkçenin kurallarını belirleme
sorunu üzerine -az sayıdaki örnekler dışında- yoğun çalışmalar, Cumhuriyet
dönemindedir. Türkçenin kurallarını belirleme konusunda bugün gelinen nokta
sevindiricidir. Çünkü yüzlerce (belki de binlerce) yıllık geçmişi olan bir
dilin yaşamında elli, yetmiş gibi yılların pek de büyük önemi yoktur.
Ayrıca, gerek Türk, gerekse
yabancılara Türkçenin kurallarını öğretmedeki en büyük sorun, bu kuralların
belirlenmesinde, uzmanların değişik yaklaşımlarıdır. Acaba Türkçedekine benzer
bir sorunu yaşayan başka bir dil daha var mıdır diye düşünürken -yapılan
çalışmalara bakıp- 21. yy'da dilimizin geleceği noktayı tasarlayıp
umutlanıyorum, seviniyorum.
Konumuz, Türkçenin kurallarının
belirlenip adlandırılmasında -gereksiz yere- çelişkiye düşülen durumlardan
biri: "Sözde özne" terimi. Hiç kimse, "iş yapmayan'a
"özne" demiyor; ama ortada "sözde özne" diye garip bir
adlandırma var. Bu görüşü benimseyenlerden biri olan Ediskun'un örnekleri
şöyle: "Edilgen çatılı fiil ya da fiilimsilerle kurulan cümlelerde özne
gibi görünen, ama gerçekte özne olmayan kelime ya da kelime öbeklerine sözde özne adı verilir. ‘Meşin havuzlara
boza ve kımız dolduruldu.’
(F.Köprülü). (Dolduruldu fiili,
edilgen çatılıdır. Cümlede boza ve kımız kelimeleri gerçek özne gibi görünüyorlarsa da bunlar, doldurma işini yapanlar değil, doldurulma
işine konu olanlardır. Bu sebeple boza
ve kımız kelimeleri, bu cümlede, sözde özne'dirler)."[1]
Doğal olarak, "sözde
özne" benimsenince "gerçek özne" de aranır. Bu yüzden Ediskun
gerçek özneyi de tanımlar: "İsim cümlelerinin ya da etken dönüşlü ve işteş
çatılı fiil ya da fiilimsilerle kurulmuş fiil cümle ya da cümleciklerinin
öznelerine gerçek özne denir: ‘Postacı geldi.’ - ‘Çocuk giyindi.’ - ‘Horozlar dövüşüyor’... vb."
Banguoğlu, (o değişik
adlandırmasıyla) "sözde özne"ye "gramerce kimse" der:
"...görülen kimseye gramerce kimse
(sujet grammatical) deriz. Başkası kılıcı kimse ise mantıkça kimse (sujet logique) adını alır. Edilen fiillerin
mantıkça kimsesi çoğu zaman bilinmediği, açıklanmak istenmediği için, yada
üslûp değişikliği için söylenmez." deyip şu örnekleri veriyor: "Sen
başka bir işe veriliyorsun, Tutuklu, Sıvas'a gönderilecek. Arabanın camı
kırılmış." Sözde öznenin nesne olabileceğine de değinir: "Bilinen
hallerde mantıkça kimseyi kimse, gramerce kimseyi nesne yapıp aynı maksadı
fiilin yalın görünüşü ile ifade ederiz: Yetkililer seni başka bir işe
veriyorlar. Savcılık tutukluyu Sıvas'a gönderecek. Bilinmeyen kişiler arabanın
camını kırmışlar."[2]
Şimşek ve Burdurlu’nun
yaklaşımları, Banguoğlu etkisindedir. Şimşek şöyle diyor: "Edilgenlik, bir bakıma, öznesizlik demektir. Çünkü edilgen
yüklem, gerçek yapıcı gerektirmeyen yüklemdir. Bununla birlikte, bu tür
yüklemle kurulan tümcelerde de özne bulunur. Ancak bu özne, varsayıma dayanır;
etki yapan değil, etki alan bir
varlığı gösterir. Bundan dolayı da sözde
özne adını alır: Örnekler(den biri): Amaçsız bir okuma eylemi düşünülemez. (özne:
Amaçsız bir okuma eylemi)"[3]
Burdurlu, sözde öznenin gerçek
durumunu da belirler (belirtisiz nesne der); ama sözde özneden vazgeçmez:
"Edilgen çatılı tümcelerde özne sanısını uyandıran, özne gibi görünen
fakat gerçekte özne olmayarak belirtisiz nesne görevinde bulunan sözcük ya da
sözcük öbeklerine sözde özne denir.
(Örnekler:) Çiçekler, biz gelmeden
önce koparılmış. Karneler, üç gün
sonra dağıtılacak."[4]
Ergin ve Gencan (çok seyrek de
olsa) görüş birliği içindedir. Ergin, özneyi "fâil" diye adlandırıp
"Fiil yalnız meçhul fiilli cümlelerde bulunmaz. Yalnız teklik üçüncü
şahısları kullanılan meçhul fiiller fâil istemezler."[5]
der, örnek vermez.
Gencan "Geçişsiz-edilgen
eylemlerin tümcelerinde özne bulunmaz ve bu eylemlerin ancak üçüncü tekil
kişileri kullanılır. Bunları tek kişili eylemler saymak gerekir." deyip şu
örnekleri ekler: "Bataklıklar geçildikten sonra, tekrar sürülmüş
tarlalara gelinir. Doğru söze kızılmaz."[6]
"Önsöz"ünü Berke
Vardar'ın yazdığı Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü'nde[7]
"özne" şöyle tanımlanır: "Geleneksel dilbilgisinde, eylemin
belirttiği oluşu gerçekleştiren ya da bu oluşa konu olan öğe" (s.118).
"Edilgen çatı" ise "Dilbilgisinde öznenin, yapılan işin etkisi
altında kaldığını belirten çatı." (s.71) diye tanımlanıyor. Bu sözlükte
"sözde özne" terimi yer almıyor; ama "edilgen çatı"nın
tanımına dikkat edilirse, edilgen çatılı eylemlerin yüklem olduğu tümcelerde
"işin etkisi altında kalan bir özne"nin varlığı benimseniyor.
"Sözde özne"
bulanıklığını gideren yapıt ise Türkiye Türkçesinin Sözdizimi.[8]
Bu durum ayrıntılı biçimde incelenip şu bilgiler veriliyor: “Yüklemi ister
geçişli, ister geçişsiz edilgen eylemle kurulmuş olsun, bu tür tümcelerde özne
yoktur, "(Geçişli edilgen eylemin yüklem olduğu) tümcelerdeki belirtisiz
nesneler, şimdiye değin kimi dilbilgisi yapıtlarında "sözde özne"
adıyla incelenmiştir. Bu tür tümcelerde, yapılan iş kadar, işe konu olan
"nesnenin de önemli olmasına karşın eylemi yapan açıkça
belirtilmediğinden nesne, özne olarak belirlenemez.”
Sonuç
Yukarıdaki görüşlerden de
anlaşılacağı gibi "sözde özne" denilen öğe, "belirtisiz
nesne"dir. Görülen o ki, yükleme, özneyi bulmak için sorulan "kim, ne"
sorularıyla belirtisiz nesneyi bulmak için sorulan "kim, ne" soruları
(zamanında) karıştırılmıştır. Bu yanlıştan dönülmelidir. Çünkü özne
"gerçekleştiren ya da konu olan"dır. İlkokuldan yüksekokulun son
sınıfına dek sürdürülen bu "sözde özne" öğretimi, dilbilgisini boş
yere karıştırıyor.
(Öğretmen Dünyası 186, Haziran 1995)
[1] Haydar EDİSKUN, Türk Dilbilgisi (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1985), s.333.
[2] Tahsin BANGUOĞLU, Türkçenin Grameri (İstanbul: 1974), s.413.
[3] Rasim ŞİMŞEK, Türkçe Sözdizimi (Trabzon: 1987), s.50.
[4] Zeki BURDURLU, Tümce Çözümlemeleri ve İncelemeler (İkinci Baskı. İzmir: İ.E.Enstitüsü Yayınları, 1974), ss. 21-22.
[5] Muharrem ERGİN, Türk Dil Bilgisi (Beşinci Baskı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1980), s.399.
[6] Tahir Nejat GENCAN, Dilbilgisi (Gözden geçirilmiş dördüncü baskı, Ankara: TDK Yayınları, 1979), s.337.
[7] TDK, Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü (Ankara: 1980).
[8] Neşe ATABAY,
Sevgi ÖZEL, Ayfer ÇAM, Türkiye
Türkçesinin Sözdizimi (Ankara: TDK Yayınları, 1981), s .44.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder