18 Kasım 2021 Perşembe


 

ELEŞTİRİDE SÖYLEM

Ali TÜRKSEVEN

            Çağdaş Türk Dili’nin 96. sayısında Sayın Orhan Velidedeoğlu’nun “Eleştiri Özensizliği” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Sayın Velidedeoğlu bu yazıda, eleştirinin birtakım ilkeleri üzerinde durup bir parça bana öğüt veriyor, beni övüyor; önemli ölçüde ise eleştiriyor.

            Önce, övgüleri için sağ olsun. “İyi bir dil eleştirmeni olma çaba”mı sürdürüp kendisini yalancı çıkarmamaya çalışacağım. Gelelim öğütlerine ve olumsuz eleştirilerine: Sayın Velidedeoğlu’nun bana yaklaşımı pek de bilimsel değil. Beni “ateşli, heyecanlı, iddialı, sabırsız” diye nitelendiriyor. Yürekli olduğumu belirtip “Bilgisizce yüreklilik yıkımdır.” diyerek, dolaylı bir biçimde beni bilgisizlikle suçluyor. “Eleştirme, bir bilgi birikiminin, bir kültür doyumunun dışavurumu, bir taşma olayıdır; dolmadan taşılmaz.” yargısını da buna eklersek, ben yeterli bilgim olmadan dil eleştirmenliğine soyunmuş oluyorum. Yazısının başlığına da bakarak, benim “özensiz bir eleştirmen” olduğum söylenebilir.

            Sayın Velidedeoğlu’nun söylemi pek hoş değil. Yaşlı bir yazarın, genç bir yazara öğütleri gibi. Doğrusu merak ettim, kendisinin dil konusunda ne gibi çalışmaları var? Çağdaş Türk Dili’nin son iki yıllık sayılarına baktım; iki yılda iki yazısı var. Ben Türkçe konusunda herkesten  -çocuklardan bile (örneğin “Çocuk Türkçesi” başlıklı yazım)-  bir şeyler öğrenmeye çalıştım, çalışıyorum. Sayın Velidedeoğlu’ndan da  -öğretecek şeyleri varsa-  neden yararlanmayayım? Ama söylem böyle olmamalıydı. Önermek başka, ahkâm kesmek başkadır.

            Yazmak, başlangıçta bir gereklilikti benim için. Dil ya da eğitimle ilgili sorunları başkalarıyla paylaşmak ve sorunlara çözüm(ler) aramak istiyordum. Kimi kez birtakım yazıları yazmam istendi, yazmak görev oldu. Ama ne yazarsam yazayım, yanlış yapmamaya çalıştım. Eğer dil yanlışlarına ilişkin bir yazı yazıyorsam, kitaplarla yetinmeyip çeşitli kişilere de danıştım. Birilerinin yanlışını bulmak, insana sorumluluk yüklüyor. Başkalarını “Şurada yanlış yapmış.” diye eleştirirken, benim bir dil kuralında ya da tümce kuruluşunda yanlışlık yapmam bağışlanamazdı.

            Çeşitli yerlerde gördüğüm ya da duyduğum dil yanlışlarını düzeltirken, kimi kez “Doğrusu şöyledir, şöyle olmalıdır, şöyle düzeltebiliriz.” gibi sözler kullanıyorum. Yanlışlığı çok belirgin örneklerde ise, yargım belki kesin ve katı görünüyor. Öte yandan şunu da biliyorum: Benim yaptığım, Türkçeye uygun anlatmanın bir biçimidir. Yoksa, özdeş anlama gelebilecek başka biçimler aranır, bulunur; bu, bir biçem (:üslup) sorunudur.

            Seçtiğim yanlışların kimlerin olduğunu (ve nerede, ne zaman yapıldığını) da belirtiyorum. Genellikle de tanınmış, alanında belli bir yere gelmiş, kitleleri etkileyebilen kişilerin yanlışlarını seçiyorum. Sayın Velidedeoğlu bunu ünlenmek için yaptığımı sanıyor! Daha önce bir yazımda belirtmiştim: Ünlülerin dil yanlışları önemlidir; çünkü onlardan etkilenen birçok kişi vardır. Sıradan kişilerin yanlışları  -bu boyutuyla-  beni pek ilgilendirmiyor. Ad vermemin bir nedeni de bilimsel olma kaygısıdır. Böyle tanıklı kanıtlı yazınca  -evet-  daha inandırıcı, daha etkili olacağına inanıyorum.

            Sayın Velidedeoğlu; Sevgi Özel, Zülfü Livaneli, Oktay Akbal, Rauf Mutluay, Doğan Hızlan ve Hıncal Uluç gibi adları sergilememe katılmıyor. Üstelik hiç de hoş olmayan bir karşılaştırma yapıyor: Ben, Türkçeyi onlardan daha iyi biliyor muyum, bilmiyor muyum? Böyle bir savla ortaya çıkmadığım gibi, kimselerin de bu tür böbürlenmelerle ortalıkta dolaşmalarını doğru bulmuyorum. Yukarıda adı geçen kişilerden Hıncal Uluç dışındakileri seviyorum; ama sevgim onları eleştirmeme engel değil. Dil yanlışlarını seçerken  -seviyorum, beğeniyorum diye-  öznel olmamaya çalışıyorum. Öte yandan, yazarların dil yanlışı yapma hakkı olmadığına inanıyorum.

            Yalnızca Türkçede değil, insanoğlunun dil mantığında daha kısa yoldan anlaşmak vardır. Türkçenin  -eklemeli bir dil olduğundan-  az sözcükle çok şey anlatma (kimi eklerin, birtakım sözcükleri gereksizleştirmesi) olanağı, başka dillere göre çok olabilir. Ama bu durum, dil yanlışı yapmayı gerektirmez. Katı kurallardan yana değilim. Düşündüğüm sorun şu: Türkçenin kullanımında ne tür yanlışlar yapılıyor (ve bunlar nasıl giderilebilir)?

            Sayın Velidedeoğlu, yazımda “Adıvar’ın dil yanlışları çok.” önyargısıyla üç örnek verdiğimi belirtiyor. O böyle yazınca, gerçek değişiyor. Sanki ben, önyargılı davranıyorum. Oysa durum böyle değil. Andığı yargımdan önce, Adıvar’dan iki örnek verip onları düzelterek öbürlerine geçmişim. Demek ki önceden verilmiş bir yargı söz konusu değil.

            Sayın Velidedeoğlu bir noktada haklı görünüyor: “Halide Edip Adıvar gibi geçen yüzyıl doğumlu, yapıtlarının pek çoğu elli yaşını aşkın bir yazarı  -ya da yazarları-  günümüzün anlayış ve anlatım özelliklerine göre eleştirmek ne derece doğru olur?” Bu kaygıyı ben de taşıyorum; ancak (onun da belirttiği gibi) “erek, gençlerimiz olduğu”ndan Adıvar’ın dilini eleştirmek gereği duydum. Bu yanlışları seçtiğim metinler (ortaokul) Türkçe ve (lise) Türk dili ve edebiyatı kitaplarında yer alıyor. Böyle olmasaydı “Onlar bir devir yarattılar (…) günah ve sevaplarıyla gelip geçtiler.” diyebilirdim (Sayın Velidedeoğlu gibi).

            Sayın Velidedeoğlu “değil” sözcüğü için “bir bağlaç ve güçlendirme ilgeci” diyor ve yanılıyor. Çünkü bu sözcük ilgeçtir, onun bağlaçlık görevi söz konusu değildir (; ama anlamca öbür sözcüklere bağlanabilir). Ayrıca “Yapısında olumsuzluk bulunan bu ilgeç …” anlatımı doğru değildir. Olumsuzluk, ilgecin yapısında değil, anlamındadır. Yazarın, “değil” sözcüğü yerine “bir yana” sözünü kullanmamın “Adıvar’ın anlatım biçimine el uzatmak” olduğu eleştirisi doğru. Yalnız o tümcede “hatta” sözcüğünün gereksiz olduğunu düşünüyorum. “İşitmeyecek” sözcüğünün de “işitemeyecek” biçiminde düzeltilmesine katılıyorum.

            Sayın Velidedoğlu, çeviri kokan bir tümce için kullandığım “Türkçeleştirirsek” sözcüğüne takılmış. “… sözcükleri özbeöz Türkçe olan bir tümce” için böyle bir sözcüğün kullanılması “moda” imiş “anlaşılan”. Sayın Velidedeoğlu (Türkçe Sözlük’teki tanıma uygun olarak) “Türkçeleştirmek” sözcüğünü “yabancı sözcüklerin yerine Türkçelerini koymak” diye düşünüyor. Bildiğimce “çeviri kokan sözler”e ilişkin ilk önemli çalışmaları yapan Ömer Asım Aksoy’un Dil Yanlışları yapıtına bakalım: “Dili özleştirme akımından önce kullandığımız Osmanlıcadaki Doğu ve Batı Kaynaklı sözcükleri ve söz kalıplarını Türkçeleştirmenin yolu, her vakit yabancı sözcükler yerine Türkçe sözcükler koymak değildir. Kimileyin, kılığı Türkçe olmasına karşın özü ve kimliği Türkçe olmayan sözlerin ortaya çıkması bundandır. (s.155)” Aksoy’un bu yargılarından da anlaşılacağı gibi, benim  -Adıvar’ın-  “kaba tel ile yapıştırılmış” sözünü Türkçe anlatıma uygun bulmayışım söz konusudur; yoksa buradaki sözcükleri değil. Başka bir deyişle, sözcükleri Türkçeleştirmiyorum, tümcenin anlatımını Türkçeleştirmeye çalışıyorum.

            Benim eleştirilerimde eksik ve yanlışlar bulmaya çalışan Sayın Velidedeoğlu’nun kendisi, eksik düzeltmeler yapıyor: Demirtaş Ceyhun’u eleştirirken “Sayın Ceyhun’un yayımlanmış bir kitabı, nasıl bir beceri ile dilimize aktarttığını çözümleyememiştim.” diyor. Söz konusu kitap yabancı dilde yazıldığından, dilimize aktarılması çok doğaldır. Ceyhun’un yanlışı “… Türkçe yayımlanmış kitabını (…) dilimize aktaran …” demesidir. Kitap zaten Türkçe yayımlanmış. Sayın Velidedeoğlu  -sanırım-  “dilimize aktarmak” sözünü beğenmiyor. Ben bu konuda daha ılımlıyım: Dilimize çevirmek sözü daha uygundur; ama dilimize aktarmak da böyle bir anlamda yaygın olarak kullanılıyor.

            Sayın Velidedeoğlu kaba sözcüğünün anlamını öğrenmek için Türkçe Sözlük’e değil de Meydan Larousse’a başvuruyor, ilginç. Bu kaynaktan o iki şey öğreniyor; ama öğrendikleri (bu sözcüğün Türkçe olduğu ve kalın anlamına geldiği), kaba tel ile kalın tel’in anlamdaş olduğunu ona açıklatamıyor. Dahası, yazarı, yanlış örnekler verdirmeye yöneltiyor: Türkçede algılaması kıt kişiler için kaba kafa denmez, kalın kafalı denir (Türkçe Sözlük, s.440). Yazar, Türkçe Sözlük’e baksaydı kabanın (bir) anlamının “Hafif olduğu halde kalın ya da oylumu büyük: Kaba şilte” olduğunu görecekti. Kalın maddesindeki “1.Boru biçimindeki şeylerde, kendi cinsindekilere göre çapı büyük olan: Kalın halat. Kalın iplik. Kalın bilek.” açıklama ve örneklerinden kaba tel değil kalın tel denmesi gerektiği sonucuna varacaktı. “Taneleri iri” anlamında kaba kum-kalın kum, kaba zımpara-kalın zımpara örnekleri doğru; kaba kâğıt-kalın kâğıt da doğru. Bu örneklerde kaba ve kalın sözcükleri anlamdaştır; ama kaba duvar ile kalın duvar sözleri öyle değildir. “Kaba duvar” anlatımındaki kaba sözcüğü, Türkçe Sözlük’teki (ikinci) anlamına uygun olarak “özensiz yapılmış, sakil” demektir. “Kalın duvar”daki kalın ise (yine ikinci anlamında) “Düzlem şeylerde, iki yüzü arasındaki uzaklık, kendi cinsindekilere göre çok olan: Kalın kumaş. Kalın duvar. Kalın kitap.” diye açıklanıp örneklenir. Beni “bilgisizce yürekli” ve “sabırsız” davranmakla eleştiren Sayın Velidedeoğlu’nun yeterince araştırmadan ve düşünmeden verdiği bu örneklere ne demeli? Hani eleştirmen “en iyi bildiği konuda bile kuşku duyabilmeli; sormalı, soruşturmalı, irdelemeli” idi!

            Sayın Velidedeoğlu “altı defa milyoner olmak ne demek?” diye sormamı beğenmemiş. Sorumdaki şu inceliği es geçiyor: Orada eklediğim “olmak” sözcüğü yanayatık yazılmamıştır. Sorumda haklıyım; çünkü altı defa milyoner  sözü, Türkçeye uygun bir anlatım değildir. H.E.Adıvar zamanında (ve 1950’lere dek) böyle bir kullanım var mıydı, varsa ne ölçüde yaygındı; bu, araştırılması gereken bir durumdur. Öte yandan, Adıvar’ın kullandığı bu söz  -çok büyük bir olasılıkla-  İngilizcedeki a millionaire six times over deyiminin etkisiyle (bir bakıma çevirisiyle) ortaya çıkmıştır. Herhangi bir yabancı dil, Türkçenin sözdizimini, anlamını (hangi dönemde olursa olsun) olumsuz biçimde etkiliyorsa, buna karşı çıkılmalıdır. Adıvar’ın söz konusu tümcesinde “eylemsi eksikliği” saptamamın doğruluğu, Sayın Velidedeoğlu’nun “altı milyon lirası olan kişi” açıklamasıyla da destekleniyor (burada, olan sözcüğü bir eylemsidir). “Şöhret almış” deyişine hiç dokunmadım; çünkü  -asıl bunun-  o dönemin bir kullanım biçimi olabileceğinden kuşkulandım. Bunu araştırmadan da bir şey diyemezdim.

            Sayın Velidedeoğlu, yazısını “Gelecek yazımda, Sayın Ali Türkseven’in kendi anlatımı üzerindeki görüş ve saptamalarımı açıklayacağım.” diye bitiriyor. Bekleyelim, görelim.

                                                                                              (Çağdaş Türk Dili 99, Mayıs 1996)

 

__________________________

 

            Kaynakça

Aksoy, Ömer Asım. Dil Yanlışları. Ankara: TDK Yayınları, 1980.

TDK. Türkçe Sözlük. Gözden geçirilmiş altıncı baskı. Ankara: 1982.

Türkseven, Ali. “Anlatım Bozuklukları” Çağdaş Türk Dili 91, Eylül 1995.

------------, “Çocuk Türkçesi” Çağdaş Türk Dili 94, Aralık 1995.

Velidedeoğlu, Orhan. “Eleştiri ÖzensizliğiÇağdaş Türk Dili 96, Şubat 1996.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  “de” Sözcüğü Sorunu Ali TÜRKSEVEN               Sorun Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne ol...