18 Kasım 2021 Perşembe


 

ANLAM KARŞILAMA

            Ali TÜRKSEVEN

            Giriş

            ÇTD’nin Aralık 2005 (214.) sayısında Sayın Mahir Ünlü’nün “Edebiyat mı, Yazın mı?” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Sayın Ünlü bu yazısında edebiyat sözcüğünün yazına karşı direndiğini, kimi durumlarda yazını değil de edebiyatı kullanmak zorunda kaldığımızı, yazının edebiyatı tümüyle karşılayamadığını; bunun bir nedeninin yazın sözcüğünün başka sözcükleri de çağrıştırdığını,[1] (sonuç olarak) tartışıp “birini yeğleyerek yürürlükte olan bu ikilemi ortadan kaldırma”mız gerektiğini belirtiyor.

            Sözcük İkilemleri

            Sayın Ünlü yazın-edebiyat ikileminden yakınıyor; ama dilimizde buna benzer öyle çok ikilem var ki… Keşke sorunumuz bununla sınırlı olsaydı. Halk arasında yüzlerce yıldır kullanılan -Türkçe- öyle sözcüklerimiz var ki, hâlâ yabancı karşılıklarını dilimizden söküp atamadı. Biçim sözcüğü şekili tümüyle karşılamıyor da ondan mı şekil hâlâ kullanılıyor? Öteki, öbür(ü) gibi Türkçede iki karşılığı olan Farsça diğer, dilimiz için çok mu gerekli? Öğrenciyi bilmeyen mi var da İzmir Belediyesinin Kentkart makinelerinde talebe hâlâ yaşatılıyor? Bildiğimiz ilk biçimlerine Göktürkçede rastladığımız “başla-, buyruk, gerek (<kergek), gereksiz (<kergeksiz), kişi, güç (<küç), dek (<tegi), yıl, yitir- (<yitür-), yurt…” gibi sözcüklerimizin yanında “start, emir, lazım, lüzumsuz, şahıs, kuvvet/zor, kadar, sene, kaybet-, vatan”  -özenli, Türkçeye saygılı kişiler kullanmasa da- dilin çevriminde dolaşıyor.

            Türkçe, buna benzer çok tartışmalar gördü: Ozan sözcüğü şairi karşılar mı / karşılamaz mı? Bilgisayar, kompüterin yerini alabilir mi / alamaz mı? Kamu Türkçe mi  değil mi?... Sanki tartışı (münazara) konuları… Sonuçta herkes -tartışılarda da olduğu gibi- doğru bildiği yolda yürümeyi sürdürüyor.

            Sözcükler Sevgi İster

            Yabancı bir sözcüğe Türkçeden -çeşitli yollarla- karşılık aramamızın ya da bulmamızın nedeni, o yabancı sözcüğü kullanmak istemememizdir. Söz konusu yabancı sözcük konuşma dilinde yaygın biçimde -eskiden beri- kullanılmıyorsa şanslıyızdır, önerilen karşılık dilin çevriminde yerini alabilir. Bilinen bir köktense, bilinen sözcükler bileştirildiyse, kötü / çirkin / ayıp kavramları çağrıştırmıyorsa büyük olasılıkla o sözcük yaşam bulacaktır.

            Çok bilinen bir kökten bile olsa yeni türetilmiş bir sözcüğe yaşam vermek kolay değildir. Sözcükler bitki gibidir, tohumunu ekersiniz; sular, gübrelersiniz fidan olur. Ağaç olması onlarca -kimi kez- yüzlerce yıl gerektirir. Kimileyin cılız kalır, baksanız da büyümez, filiz vermez, solar, kuruyup gider; belki yerini beğenmemiştir, belki havasını.

            Sözcükler bitki gibidir; bakım ister, ilgi ister. Görmezden gelinen, ilgilenilmeyen sözcükler ölür. Bilinçli ve kararlı bir tutumla kullanmadığımız sözcükler bilim ve yazın gömütlüğünde yatıyor. Dil Devrimi’yle Arapça ve Farsça pek çok sözcüğü (kimileri kızsa da) Türkçeden kovduk. Türkçe, Osmanlıca diye karanlık bir dönem yaşamasaydı, sözcük öldürmeye gerek kalmayacaktı. Yabancı sözcük şişkinliği (:enflasyonu) gibi büyük bir sorun vardı.

            Anlam ve Sözcük

            Sözcükler süreçle anlam değişmesine (anlam daralması, anlam genişlemesi, başka anlama geçiş: anlam iyileşmesi, anlam kötüleşmesine) uğrar. Bunun süresi için Aksan şöyle der: “Anlam değişmeleri genellikle uzun bir sürede, çoğu kez birkaç yüzyıl içinde gerçekleşir. Ancak, bir toplumda kısa bir dönemde hızla gelişmeler olmuşsa bu anlam olayları da kısa bir süre içinde, kimi zaman on-on beş yılda oluşabilir. Türk Dil Devrimi süreci içinde terimleşen birçok öğedeki gelişme, buna örnektir. (…) § Burada önemle değinilmesi gereken bir konu, ortak dilde, yazı dilinde gerçekleşen değişmelerin bir dilin lehçe ve ağızlarına kolay kolay yansımadığı, lehçe ve ağızlarda eski anlamların daha, çok uzun bir süre, yüzyıllarca yaşamını sürdürdüğüdür.”[2]

            Aksan’ın da önemle belirttiği gibi, yazı dilinde devrim yöntemiyle hızlı bir değişim gerçekleştirilebilir; ama konuşma dilinin değişmesi, daha uzun bir süre alıyor. Sanırım, sorunumuzun / tartışmamızın odağı burası. Konusu Türkçe sevgisi olan etkinliklerde bile katılımcıların -yazılı değilse- yaptıkları konuşmalarda gereksiz yere yabancı sözcük kullanmaları konuşma dili alışkanlığından. Bunu değiştirmek olanaksız değil; ama kolay da değil.

            Sözcüğü O Anlamda Sayma

            Yeni (Türkçe) sözcüklere karşı olanların kalıplaşmış savlarından biri şudur: “Bu sözcük, eski sözcüğü(n anlamını) karşılamıyor.” Sayın Ünlü’nün de belirttiği gibi “yüzyıllarca kullanıl”mış, “boyut ve kavram derinliği” kazanmış bir sözcük ha deyince bırakılamıyor.

            Yazın, edebiyatı karşılıyor mu? Bu soruya biz de bir soru ekleyebiliriz: Peki edebiyat sözcüğü edebiyat kavramını karşılıyor mu? Karşıladığını nereden biliyoruz? Bu mantığı Türkçe sözcükler için de yürütebiliriz: Ev sözcüğü ev kavramını karşılıyor mu? Sonuçta anlamı karşılama denilen şey, bir varsayım, bir benimsemedir.

            Bana (ve benim gibi düşünenlere göre) yazın, edebiyatı karşılıyor. Halk yazını demek bana yadırgatıcı gelmiyor; çünkü sonuçta koşma, türkü, mani, semai (başlangıçta sözlü de olsa) yazılıyor, yazılabiliyor. (Zaten, örneğin, türkünün sözlü biçimine baktığımızda yazın sanatından çok müzik sanatının ağır bastığını görebiliriz.) Sözlü edebiyatı sözlü yazın diye -bir bakıma- çevirmek gerekmiyor. Ben bu konuları işlerken -hem de Sayın Ünlü’nün ders kitabından- sözlü ürünler diyorum.

            Sonuç: Dilde Ortak Kararlar

            Keşke dile ilişkin sorunları yazarlarla ilgililer, sözbirliğiyle çözebilseler (Sayın Ünlü’nün istediği gibi)… Olmaz, olamaz. Tartışılan / tartışılacak bir konu varsa her zaman karşılar olacaktır. Dolayısıyla değişik düşünenler… Bırakalım yazarları, ilgilileri kendi başlarına. Neyi istiyorlarsa onu kullansınlar. Ben bu yarışmadan yazının üstün çıkmasını dilerim, benim gibi düşünenler ağır basarsa bu da olur, bilirim; ama olmayacağı varsa da olmaz. Örneğin, Ataç’ın “tilcik”i olmadı; ama Anday’ın “sözcük”ü “uydu”.

            Askeri görünen yöntemler dilde pek işe yaramıyor. Sıkıyönetim bile uygulasak yararı olmaz. (Yasak sözcükler çizelgesini anımsayın.) Çözümü Türkçe bilincinde aramalıyız. Toplumumuzda bu bilinci yaygınlaştırmalıyız.

            Gençlerimiz, (öldü sandığımız) alaka, hakikaten (hakkaten diye söylüyorlar) gibi sözcükleri hâlâ kullanabiliyorlarsa bir yerlerde yanlış(lar) yapılmış olmalı.


[1] Buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz: yıkıyorum, susuyorum, izindeyiz, söylem(e), acıma, sorun, karşın, yoksun, altın, basın, çekim, dönüşüm, bakan, düzen, çarpan; yaz, yüz, çay, kara, bin… Bir tür eşseslilik olan bu durumun, Türkçede ündeşlik (cinas) sanatına yaradığını da unutmamak gerekir.

[2] Prof.Dr. Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim 3 (Birinci Baskı. Ankara: TDK Yayınları, 1982), s.219.

(Çağdaş Türk Dili 217, Mart 2006)

Mahir Ünlü'nün yanıtı:




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  “de” Sözcüğü Sorunu Ali TÜRKSEVEN               Sorun Şifreleri çok tartışılan şu 2011 YGS’nin 29. Türkçe sorusu, “bağlaç”ın ne ol...