ALİ TÜRKSEVEN
1982 Anayasası, halkoylaması
sonucunda "ezici" bir biçimde yürürlüğe girince devlet, bu anayasanın
dilinin örnek alınmasını istemişti. Söz konusu anayasa hukuksal açıdan olduğu
gibi Türkçe açısından da eleştirilmişti.[1]
Anlatım bozukluklarının yanı sıra "hürriyet, seyahat, kanaat, ispat,
tabiat, teklif, hal, kuvvet, tabii, sebep, idare, mahalli, teşebbüs,
inkılap..." gibi Türkçe karşılıkları olan yabancı (çoğunluğu Arapça)
sözcükleri barındırmasıyla da dilde gerici bir tutumu olduğu öne sürülmüştü.
"Anayasa" bir
dilbilgisi yapıtı, bir sözlük ya da yazım kılavuzu değildir; bu nedenle
herhangi bir dilin öğrenilmesinde / öğretilmesinde "ana kaynak"
sayılamaz. Ama neden olmasın? Hem de yalnızca "dil" için değil, pek
çok alanda örnek alınacak, insan türünün yarattığı / yaratacağı en üstün
uygarlık doruğuna yaraşır anayasalar yapılabilir. 12 Eylül Anayasasına
gelince... "ancak”ları biliyorsunuz.
Konfüçyüs'ün "ülke
yönetmek" ile "dil" arasındaki bağlantıyı açıklaması ünlüdür.
Yönetim erki elinde olsa ne yapacağını şöyle belirtir: "Hiç şüphesiz, dili
gözden geçirmekle işe başlardım. Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi
anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz,
ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür
bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine
düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki
hiçbir şey dil kadar önemli değildir."[2]
Atatürk'ün de "dil
işleri"ne ne denli önem verdiği 1928'de yaptığı Harf Devrimi, 1932'de
kurdurduğu Türk Dil Kurumu ve 1936-1937'de kendi yazdığı "Geometri"[3]
yapıtından bellidir. Kendini "Atatürkçü" diye tanımlayan Attilâ
İlhan'ın "Gazi, dilde tasfiyeci değildi."[4]
diyerek Atatürk karşıtlarıyla görüş birliğinde olması ise ilginç ve
şaşırtıcıdır.
Atatürk'ün başlattığı Dil
Devrimimiz -yalnızca Geometri yapıtından bile anlaşılabileceği gibi- bilim
dilinin de Türkçeleştirilmesini kapsamaktadır. Bilindiği gibi Osmanlılar
Döneminde bilim dili Arapçadır ve ne yazık ki bugün bile TDK'nin Türkçe
Sözlük'ünde % 30'un üzerinde Arapça sözcük yer almaktadır. "Anayasa"
sözcüğü Türkçeye 1945'te kazandırılmıştır. 1876'da Kanun-ı Esasi, 1921-1945
arası Teşkilât-ı Esasiye Kanunu vardır. 1952'de "Anayasa" adı da
içindeki sözcükler de eskileriyle değiştirilir, yine Teşkilât-ı Esasiye Kanunu
diline dönülür. 1961'de yine "Anayasa" vardır.[5]
Günümüzde sorun yalnızca 1982
Anayasası ve diliyle sınırlı değildir. Hukuk öğretiminde, yasalarda ve yargı
dilinde çok sayıda (Osmanlılardan kalma) Arapça sözcük vardır: ikrar, akit,
inikat, muvazaa, ikrah, temlik, rücu, müterafık, karz, muacceliyet, ademi
ifa... gibi. Kimi hukuk öğretimi yapıtlarında ayraç içinde Arapça terimlerin
Türkçe karşılıkları da veriliyor: ariyet (eğreti), vedia (saklatım), tecdit
(yenileme), temerrüt (gecikme)... Kimi yerlerde de önce Türkçesi, sonra ayraç
içinde Arapçası veriliyor: yüklenici (müteahhit), artırma (müzayede), örnek
(numune), taşınır (menkul), sözveri (vaat), dayanışmalı borçlar (müteselsil
borçlar)... Karmaşa, terimlerle de sınırlı değil. "Karakter, unsur, sebep,
zikir, hal, mücerret, nakil, şekil, hürriyet, vasıta, ihtiyaç, şahsiyet,
tecavüz, tanzim, fiil..." gibi Türkçe karşılıkları olan yabancı sözcüklerin
kullanımda olması sözcük seçimindeki özensizliği, savrukluğu gösteriyor.
Öğrenme süreci ile bireyin
anadili arasında kopmaz bir bağ olduğu, bugün tartışılmaz biçimde benimsenen
bir görüştür. Bilginin kısa sürede, sağlıklı öğretimi bireyin anadilinde verilmesiyle
olanaklıdır. Yabancı dille yapılan bilim öğretiminde yaşanan sorunlar üzerine
birçok şey yazıldı.
"Bilgisayar, bilişim, bilgi
işlem, yazılım, donanım..." gibi binlerce terimi Türkçeye kazandıran,
1977'de Türkiye'de ilk Bilgisayar Mühendisliği Bölümünü Hacettepe
Üniversitesinde kuran Prof. Dr. Aydın Köksal[6]
şöyle diyor: "Gelecekte yaşayan dil, gerçekten, hep öğretimin yapıldığı
dil olmuştur. Okullarda öğretim dili olarak kullanılmayan dillerin hepsi ölmüş,
gündelik yaşamda bir süre konuşulsa da, değişik çağlarda Galce, Frankça,
Latince sonuç olarak yeryüzünden silinmiştir. (...) öğretim dili olarak
kullanılmayan Türkçenin de çağdaş tekniğin ve bilimin gerektirdiği yeni
kavramlara Türkçe karşılıklar üretilemeyeceğinden, zamanla, tıpkı Osmanlıca
döneminde olduğu gibi, bugünkü yetkin durumundan geriye sürüklenmesi,
terimlerden yoksun kalacak dilimizin gitgide ulusal dil olarak yönetimde de,
gündelik yaşamda da kullanımdan düşmesi, kaçınılmaz bir sonuçtur."[7]
Hukuk dilinde de bilimsel tutumun
nasıl olması gerektiği bellidir: Yabancı sözcüklerin uygun bir Türkçe karşılığı
varsa o kullanılmalı, yoksa uygun bir Türkçe karşılık bulunmalıdır. İş bununla
bitmemektedir; bir de bunların yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bunun
sıkıntılı ve uzun bir süreç olduğu, ilgili birimlerin (üniversite, yargı
organları, savunma, yasama) danışma / dayanışma içinde bulunmaları gerektiği
unutulmamalıdır.
Dil, ulusun ortak malıdır; bilim
dili de ilgili bilim çevrelerinin ortak malıdır. Kuşkusuz, bir bilimin
eğitimini almamış bir kişi, terimler Türkçe olsa da konuyu tümüyle anlayamaz;
ama öğretimde ya da hukuku ilgilendiren çeşitli alanlarda Türkçe terimlerin
kullanılması, anlamayı kolaylaştıracaktır. Örneğin Arapça "menkul"
sözcüğünün öğrenilebilmesi "nakl"in öğrenilmesine bağlıdır. “Menkul”ün
Türkçe karşılığı olan "taşınır" sözcüğünün öğrenilebilmesi,
"taşınmak" eylemi önceden bilindiği için daha kolay olacaktır. Öbür
bilim dallarında da böyle değil midir? "Kafiye"nin bizim için bir
çağrışımı yokken "uyak" sözcüğünün "uymak"la ilişkisi
olduğunu sezebiliyoruz. Nitekim, Atatürk' ün türettiği geometri terimlerinde de
bu bilinç görülüyor: uzay, düzey, yüzey, yatay, düşey, dikey, yöndeş, konum,
toplam, üçgen, dörtgen, beşgen, yanal, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, açı,
eşit, boyut, kesit, türev, alan, varsayı, gerekçe...
Hukuk dilinin Türkçeleştirilmesi
gerektiği düşüncesi de giderek yaygınlaşıyor. Özal, 1980'lerde "Halkı
depolitize edeceğiz." dediğinde halk "ne edileceğini"
anlamamıştı. Yargı organlarına işi düşen bir kişi de "kendisine ne yapıldığını
/ ne yapılacağını" biraz da olsa anlayabilmeli.
Bilim er geç kazanır.
Unutmayalım, Galilei 16. yy' da "Dünya dönüyor." dediğinde yalnızdı.
Bugün ise Türkiye'de, yargının çeşitli basamaklarında görev yaptıktan sonra
cumhurbaşkanı seçilen Ahmet Necdet Sezer'in özenli Türkçesi herkese örnek
olacak bir bilincin göstergesidir.
(Günışığı,
aylık hukuk dergisi, Sayı 14, Nisan 2004)
[1] Ömer Asım
Aksoy, "1982 Anayasasının Dili"
Çağdaş Türk Dili, S. 1, Mart 1988.
[2] Tahir Kahraman,
Çağdaş Türkiye Türkçesi Dilbilgisi
(Ankara: 1996), s. 5.
[3] Gazi Mustafa
Kemal Atatürk, Geometri, (Dördüncü
Baskı. Ankara: TDK Yayınları, 2000).
[4] TRT-2, Attila İlhan' la Zaman İçinde Yolculuk,
28.02.2004.
[5] Ömer Asım
Aksoy, Gelişen ve özleşen Dilimiz (Genişletmeler
ve eklemelerle dördüncü baskı, Ankara: TDK Yayınlan, 1975). ss. 14-15.
[6] Aydın Köksal,
"Yaşamöyküm" Çağdaş Türk Dili, S. 89 / 90, Temmuz / Ağustos 1995, ss.
82-85.
[7] Aydın Köksal, "Yabancı Dili İyi Öğretebilmek, Orta ve
Yükseköğretimi Nitelikli Kılmak için Yabancı Dille öğretimden Vazgeçmek
Zorundayız!" Çağdaş Türk Dili S. 192, Şubat 2004, ss. 535-541.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder